İlk bölümde Wimbledon’ın son haftasında kort dışı cereyan eden olayları aktarmıştım. Bu bölümde şahsen konuşmaktan daha çok keyif aldığım kort içi gelişmeleri kaleme alıyorum.

En başta Novak Djokovic’in geri dönüşüne, daha doğrusu onun geri dönüşünü tamamlamasına, çok sevindiğimi belirteyim. 2016 sonunda Federer ile Nadal’ı özlediğimi söylemiştim ve ümit ettiğim gerçekleşmişti. Bu sene başında da defalarca Djokovic ve Murray’ı özlediğimi belirtmiştim ve en azından Novak tekrar eski formuna döndü.


Son iki maçına kadar zaten eski formuna yaklaştığınin sinyallerini veriyordu. Nadal ile yarı final maçına çıkacağı zaman kafamdaki soru mevcut formunun İspanyol rakete karşı yeterli olup olmayacağı idi. Ama Cuma akşamı maç başladı ve ilk altı oyunda Novak’ın bacaklarınin eskisi gibi çabuklaştığını, arkasından da ilk oyuna çok agresif başlayan Rafa’ya aninda cevapları ikinci oyundan itibaren vermeye başladığını gözlemleyince, eski Novak’ı izlediğime dair içimde hiç şüphe kalmadı.

GİT-GEL MODELİ
Cuma akşamı oynanan üç set, tenis kalitesi açısından Cumartesi günkü kısımdan daha yüksekti. Özellikle üçüncü set tie-break’ini bu ikili arasında oynanan maçların en kaliteli sekansları arasına rahatlıkla koyabiliriz. Djokovic’in çift hatası ile başlayan tiebreak’in tek kötü oynanan puanı o ilk puan oldu. Nadal üç set sayısından faydalanamadı, ya da görüş açınıza göre, Djokovic faydalanmasına izin vermedi. İkisinde (6-5 ve 8-7) iyi ilk servisler attı ve Rafa return’de hata yaptı. Diğeri (7-6) ise Nadal’ın servisinde oynandı ve Djokovic maç boyunca kendisinin lehine işleyen git-gel modeline başvurdu. Çapraz forehand’leri ile Nadal’ın backhand’ını iki defa işleyip ya daha keskin çapraz ile puanı almaya, ya da Rafa’nin boşalan forehand tarafına kendi forehand paralel vuruşu ile topu hızlandırıp sonuca gitmesinden bahsediyorum. Yine böyle gelişti puan ve Djokoviç bu sefer iyi bir drop shot ile puanı aldı. Aynı git-gel modeline kendi lehine oynanan set puaninda da başvuran Djokovic o puani da alıp setlerde 2-1 öne geçti ve Cuma akşamı seansı sona erdi. 

Ertesi günü beşinci setin “uzatma” oyunlarında Djokovic maçı ve belki de turnuvayı, kazanmış oldu. Çünkü Cuma günü 6 saat 36 dakika tenis oynamış olan Anderson son iki maçında kortta 10 saat 50 dakika vakit geçirmişti. Bu tüm turnuva boyunca kortta geçirdiği sürenin yarısından fazlasıydı ve Pazar finaline fiziksel olarak dinç olması ihtimali yok denecek kadar az kalmıştı.

MAKİNE RİTMİNDE DJOKOVIC
Nitekim maç başladığında Anderson’da dinamizm eksikliği görülüyordu. Djokovic ise tam aksine makina gibi işlemeye devam etti. Üçüncü setin büyük bir süre başa baş gitmesi kanımca Djokovic’in ilk iki seti rahat aldıktan sonra her tenisçinin yaşayabildiği ve yenilgi tehditi unsurunun yok denecek kadar azalması ile baş gösteren rahatlama yüzünden oldu. Nitekim ne zaman iş ciddiye bindi, Djokovic vidaları sıktı ve makinayı tekrar düzene soktu.

SERENA'YI KERBER DURDURDU
Kadınlarda ise Angelique Kerber rakibi Serena Williams’ın inanılmazı başarmasına izin vermedi (her ne kadar elverişli bir tablodan faydalanmış olsa da Serena bir buçuk senedir sadece üç turnuva oynamıştı). Finalde Amerikalı'nın en büyük silahı olan servisini nötralize etmesi, Serena'nın zaafı olan öne ve geriye hareket etme eksikliğini kendi lehine kullanması, ve Serena'nın vole tekniğini test etmesi, ne kadar zeki bir oyun planı kurduğunu gösteriyordu.

Zaten Kerber’in en büyük silahı korttaki IQ seviyesi. Hep bacak çabukluğundan, topları geri çevirisinden, ve forehand paralel vuruşlarından bahsediyoruz (haklı olarak) ama belki de zekasına gereken ilgiyi göstermiyoruz. Angie’nin set vermeden safdışı ettiği son üç rakiplerine bir bakalım. 

Çeyrek finalde rakibi varyete tenisini en yüksek seviyede sunabilen yegane oyunculardan Daria Kasatkına idi. Geri oyunu ile ona üstünlük kuran Kerber'e karşı en az iki defa plan değişikliğine gitti. Kerber her birine cevap buldu ve Rus raketi kendisinin aslında tercih etmeyeceği bir oyun planinı (vuruşlarını düzleştirmeye çalışıp ralide insiyatif alma çabası) kullanmak zorunda kaldı. Çok yetenekli olduğundan ikinci setin sonlarına doğru Alman raketi bir hayli de zorladı ancak sonuçta tecrübe ve zeka galip geldi.

Yarı finalde Kasatkina’nın aksine oyununu güç ve direkt puanlar alma üzerine kuran Jelena Ostapenko ile karşılaştı. Ona karşı değişik bir oyun planı kurdu ve maç esnasında değiştirme ihtiyacını pek hissetmedi çünkü iki sette onu safdışı etti. Finalde Serena’yı yenmek içinse evvelki iki rakibine karşı hazırladığı plandan daha değişik bir tanesine geçmesi gerekiyordu. Bunu da ne kadar başarı ile kurduğunu hepimiz gördük, yukarıda Serena'nın hangi zaaflarını ortaya çıkardığını vurguladım.  

KERBER ARTIK FARKLI BİR KATEGORİDE
Kerber Cumartesi finali kazanarak 2016 formunu tekrar bulduğunu kanıtladığı gibi, üçüncü Majör kupasını kaldırdı. Bunun önemini merak eden varsa son 10 yılda senede Serena dışında kaç tenisçinin üç Majör turnuva kazandığına bir baksın. Hani Serena dışında en kuvvetli WTA oyuncuları olarak isimleri geçenler var son 4-5 senedir, Wozniacki, Halep, Venus, Kvitova, Muguruza, Azarenka, Sharapova gibi mesela. Hiçbiri son 10 yılda bu başarıya ulaşamadı. 

Kerber şimdi ayrı bir kategoriye geçti. Üç değişik zeminde de başarılı olduğunu kanıtlanmış olan Kerber sıralamada bir numaraya çıkar ve büyük turnuvaları kazanmaya devam ederse önümüzdeki iki sene içinde başarı karnesi açısından döneminin diğer şampiyonlarının net bir-iki adım önüne geçecek. 30 yaşında olması hem tecrübe hem zeka açısından Alman oyuncu için bir avantaj teşkil ediyor. Günümüzün performans tenisinde görülen yaş ortalamalarını göz önünde bulundurursak, önünde bir hayli süre de mevcut.

Dipnot: Dergimizin Ağustos ayında çıkacak yeni sayısında Junior çift erkeklerde Fin partneri Otto Virtanen ile şampiyon olan Yankı Erel ile yaptığım geniş kapsamlı söyleşiyi ve hakkında yorumlarımı bulabileceksiniz.

Hoşçakalın...