Roland Garros’ta eleme maçları haftası hızla devam ederken, her sene tekrar ve tekrar yüzünü gösteren bir gerçek yine baş role geçiverdi. Nisan ayında, Avrupa toprak kort sezonuna her girildiğinde, bir sene evveli olanlar nispeten unutulmuş oluyor ve son 7-8 ayda alınan sonuçlara göre formda gözüken oyunculardan parlamaları bekleniliyor. Nedense zeminin önemi hep ikinci plana itiliyor.

Ve ısrarla her sene, Paris’e gelinip eleme turlarına başlanıldığında farkına varılıyor ki, o gerçekten kaçış yok. Ne olduğunu hemen söyleyeyim. Bu hafta için geçerli olan son zamanlarda kimin formda olduğu veya sıralamada kaç numara oldukları değil. Bu hafta önemli olan, toprak kortun gerektiği oyunu etkili şekilde ortaya koyacaklar mı, koyamayacaklar mı? Bu genel soru içinde, ne kadar ace atacakları, ne kadar forehand direkt puan alacakları veya köşelere kaç tane top çakabilecekleri gibi faktörlerin önem derecesi azalıyor. Onları sert ve cim sahalara saklayalım.

Burada sorulması gerekenler daha dar kapsama giriyor. Hatalarını en az seviyede tutabilecekler mi? Uzun ralilere girip, çok koşmayı göze alabilecekler mi? Ters sekebilecek toplara fizik olarak ve bunlardan dolayı kaybedilebilen kaza puanlarına mental olarak disiplin birikimi yapacaklar mı? Kondüsyonları 3 saate uzayabilecek maçlara hazır olacak mı? Son set 4-4 veya 5-5 skorlarına gelindiğinde, maçayı sıkıp topu ne dışarıya ne fileye vurmamayı başarabilecekler mi? Göz kamaştıran vuruşlar yapmadan, sadece biteviye tenis oynayarak da kazanabileceklerinin farkına varabilecekler mi?

İşte bunları idrak eden tenisçiler her sene Roland Garros elemelerinde ön plana çıkıyor. Bu haftada bu kural ilk üç günde değişmedi. Mütemadiyen çok önemli silahları olmamasına veya gösterişsiz oynamasına rağmen, boş hata yapmayan, rakibine hediye vermeyen, çift hatalari minimumda tutan, fileye gelen rakibini en az bir vole vurmaya zorlayan raketler, maçların geniş çoğunluğundan galip çıkıyor.

Toprak kort spesiyalisti kesinlikle olmayan Kanadalı Peter Polansky tamamen disiplini ile bir set geriden gelip, ikinci seti tiebreak ile alıp, maçı son sette kazanıyor. Bunu yapıyor çünkü tiebreak’te rakibi Norbert Gombos 5 puanı basit hata yaparak kaybederken, kendisi sadece rakibinin olağanüstü oynadigi puanlarda boyun eğiyor. Diğer yandan, önemli anlarda topu filenin 2 metre üstünden geri yollamasını biliyor, maceraya girmiyor.

Zayıf servisi olan ve ciddi herhangi bir vuruş silahı olmayan Carlos Taberner, tamamen yüksek spin ile oynayarak puanları uzatıyor ve kendisinden daha yetenekli iki oyuncuyu (Yannick Maden, Jürgen Melzer) geçip ismini elemelerinin son turuna yazdırıyor. Kısacık boylu Grace Min, tamamen bacak çabukluğu ile, daha yaratıci vuruşlara sahip olan Jil Teichmann’ı saf dışı ediyor. Martina Trevisan orta ayar hızda, yüksek spin vuruşlar ile puanları uzatıp, topları aslında daha iyi hızlandırabilen Françoise Abanda’yı hataya zorluyor ve üç sette eliyor. Pek ismi duyulmamış Jaume Munar, son zamanların gençlerde flaş ismi Felix Auger-Aliassime'e karşı topu derin tutarak onu geri çizgisinin 3 metre arkasına hapis edip çaresiz bırakıyor ve iki sette turnuva dışına itiyor.

Bu örnekler çoğaldıkça çoğalır, ondan burada durayım. Zemini değiştirip bu aynı maçları çim veya sert kortta oynatsak muhakkak sonuçlar daha değişik olacaktır. Ama varsayımları bir kenara bırakalım, gerçeklere bakalım. Toprak kort Paris’te başrolde ve buna göre oyununu, kafa yapısını ayarlayamayan, turnuvadan eleniyor.

Tabii ki her şeyde olduğu gibi, bu gerçeğin de istisnaları var. Mesela Hindistanlı Prajnesh Gunneswaran, agresif oyunu ile iki tane baseline oyuncusunu (Salvatore Caruso ve Marcelo Arevalo) yenmeyi becerdi ve adını elemenin son turuna yazdırdı. Uzun boyunun verdiği avantajla lk servislerini etkili kullanan ve forehand’i ile riskli vuruşlar yapan Gunneswaran’ın bu başarısı kesin istisnaya girer. Nitekim, sosyal medyaya bakarsak, kendi ülkesinin tenisseverleri bile inanamıyorlar üçüncü tura çıktığına.

Diğer bir istisna İstanbul Open şampiyonu Taro Daniel. İlk turda yine bir toprak kort spesiyalisti olan Viktor Estrella Burgos’u yenerken bu zeminde ne yapılması gerektiğini gayet güzel uygulamaya koymuştu. İkinci tur maçının ilk setinde de aynı şekilde makinayı işletti. Ondan sonra ne olduysa oldu (maalesef o maçın sadece ilk setini canlı izledim, ondan yorum yapmaktan kaçınıyorum), rakibi Dennis Novak’a karşı iki set boyunca sadece bir oyun alabildi ve elendi.

Hem Gunneswaran’ın son tura çıkmış olmasını, hem de Daniel’in yenilis tarzını yukarıda bahsettiğim parametreler içinde şok gelişmeler olarak kabul edebiliriz. Yalnız "şok gelişme" ile "şok skor" terimlerini bu konu kapsamında ayırmasını bilelim. Mesela WTA'de sıralamada bile olmayan, hiç o seviyede maç oynamamış olan, 15 yaşındaki Fransız tenisçi Diane Parry’nin, eleme turnuvasının beş numaralı seri başı Jana Fett’i yenmesini "şok skor" olarak görebiliriz. Ama Fett maçın önemli bir kısmında toprak kort oyunun gerektirdiklerini (yukarıda saydıklarım) yapmadı. O yüzden yenilmesi "şok bir gelişme” değil, her ne kadar yenildiği kişinin geçmişi göze alındığında "şok bir skor" olsada.

Tabii elemelerden çıkacakları zor bir imtihan bekliyor. Ana tablodaki oyunculara karşı sadece topu oyunda tutmak, hatasız oynamak yetmeyebilir. Onlar zira daha usta vuruşlara, daha yüksek yaratıcılık kalibiyetine ve güvene sahipler. Ama bu haftaya mahsus, toprak kort gerçeklerini yerine getirdikçe kendilerine ana tabloya çıkmak için en iyi şansı yaratmış olacaklardır.

Son notlar:

- Çarşamba günü Roland Garros bir fiyaskoya imza attı desek abartmış olmayız. Eleme turları 6'dan 18 no’lu kortlara kadar olan bölgede oynatıldığından ve diğer kesimde halen inşaat ve yenilenme durumları olduğundan, Philippe Chatrier ve 1’den 5 no’ya kadar olan kortların bölgesine giriş biletli seyircilere yasak. Gelin görün ki, yağmurdan dolayı Salı günü bazı maçlar ertelenince, Çarşamba günü programı yakalayabilmek adına 5 no’ya bir seri maçlar konuldu. Ama biletli seyirciler bu kortun bulunduğu bölgeye geçmeleri yasak olduğundan maçları seyredemediler. Mesela Auger-Aliassime ile Münar’ın maçını, günün en yüksek kalitede geçen kadınlar maçlarından biri olan Rebecca Sramkova – Karolina Muchova maçını göremediler. Düşünün, Majör 4 turnuvadan birinde biletli seyircilerin maç seyretmeye hakları olmayan bir korta maçlar konuluyor. Skandal kelimesi akla geliyor.

- Puanlar arası 25 saniyelik süre bazı oyuncuların canını yakıyor. Artık eskisi gibi havlu için köşeye gidip, yavaşça servis atmaya geri dönme lüksü yok. Oyuncuların buna artık alışmaları lazım zira sadece bu hafta uygulanan bir kural değil. Diğer Majör’lerde de bu uygulanmaya başlandı ve devam edecek.

- Roland Garros’ta 18 no’lu kort yeni. 7 ve 9’da yenilenmiş durumda. 17 no’nun tribünleri artık yok (tuhaf bir şekli vardı zaten), artık sadece antrenman için kullanılıyor. Önceden show court’lardan biri olan 2 numaranın yerinde şu şantiye var. Bu yeniliklerin Roland Garro'sa ne kadar faydalı olacağı tartışılır. Zira turnuvanın en büyük sorunu alan yetersiziliği halen giderilmiş değil. Yağmur yağdığında yine seyircilerin sığınabilecekleri yer yok, yine kortların çoğuna girişte kuyruklar uzun. Daha fazla uzatmayayım, bu konuda Tenis Dünyası'nda detaylı yazılarım çok oldu. Daha da kötüsü, bu problemin yakın zamanda çözüleceğini hiç düşünmüyorum.

- Elemeler iki gün daha devam ediyor. Şimdi gerçek hisler duygular tam ortaya çıkacak. İki tabloda mücadele veren çoğu oyuncu için ana tabloya çıkabilmek arzusunun, hazlı hazırda ana tabloda olan favori oyuncuların Roland Garros’u kazanabilmek arzusu ile aynı derecede olduğundan kimsenin şüphesi olmasın. Ana tabloya geçmişte çıkmayı başaran Türk oyuncularımıza sorun, büyük ihtimalle Majör turnuvalarda ilk ana tabloya çıktıkları günü kariyerlerinin en özel günü olarak görüyorlardır. Zaten bu maçlarda da güzel olan bu arzuda oyuncularin rekabeti izlemek, verdikleri eforu takdir etmek.

Bir dahaki sefere görüşmek üzere.