Madrid’te 2 numaralı seribaşı Alman Alexander Zverev ile 5 numaralı seribaşı Avusturyalı Dominic Thiem finalde karşılaştılar. Yeni-Nesil oyuncuların ağır-abileri bunlar. Organizasyon doğal olarak Nadal’ı isterdi finalde ama buna da şükrediyorlardır şimdi. Ezkaza yarı-finalden Anderson gelseydi boş tribünlere oynarlardı. 

Tenis de yaşam gibi. Bir işte ne denli iyi olursanız olun eğer kendinizi iyi pazarlayamıyorsanız, tüm uğraşılarınız bir taltif görmez. Beklediğiniz ve hakkınız olan terfiyi sizden çok daha vasıfsız biri alacaktır. Maalesef dünyanın ekseni artık böyle oluşuyor.

Final maçı tüm beklentilerin aksine tatsız tuzsuz ve bana en ufak bir zevk vermeden anlamsız bir mücadeleyle sürdü gitti. Hakem kulesinde oturan aziz dostum Muhammed’in anonsları bile her zamanki sıcaklığından uzak, sesinin tınısı cansız ve resmiydi.

Zverev her iki setin ilk oyunlarında rakibini kırınca bu avantajını güvenceye aldı ve maçı da pek yorulmadan kazandı.

Anlaşılan Delbonis, Coric, Nadal ve Anderson gibi dört dişli rakip Thiem’in enerjisini tüketmişti. Hiç ondan beklenmedik basit-hatalar yapıyordu. Zverev ise onun soluna yüksek ve uzun toplar atarak kısa düşen yanıtlarını sahanın ortasından puana çevirdi. Thiem sağlamcı oynarken Zverev daha riskli oynuyor ama bu cesaretinin de faydasını görüyordu.

İkinci setin ortalarına doğru durum 3-2 iken biraz da izleyicinin ateşlemesiyle oyun biraz canlandı ama Zverev oyunun yularını eline almış, bitiş çizgisine doğru emin adımlarla gidiyordu. Bir saat 18 dakikada 6-4’lük iki setle bitiverdi final. Dağ fare doğurmuştu maalesef.

Açıkcası biraz da dünkü yazımda söz konusu ettiğim endişemin ne denli yerinde olduğunu ve eğer doğru önlemler alınmazsa nasıl bir tehlikeye doğru yol aldığımız bir kez daha göze çalındı.

Şimdi her yanından tarih, güzellik ve estetik akan bir Roma’ya gidiyoruz.

İyi haftalar… Hoş kalınız.