Bugün (Perşembe) sadece üç seri başı Roland Garros’a veda etti.  Normalde biraz garip kaçar 3 seri başının bir günde elenmesini “sadece” ile sıfatlamak.  Ama ilk dört gün ile kıyaslandığında, sadece üç seri başının elenmesi ve bunların en yükseğinin 21 numaralı seri başı Kirsten Flipkens olması, Paris’te bugünü son derece ‘sakin’ kıldı.  Şok sürprizlerden arınmış bu günde, biraz geri planda kalmış bir olgudan bahsedelim: şu ana kadar Roland Garros’ta oynana maçların yüksek kalitesi.

Hakikaten hava şartları o kadar iyi olmamasına rağmen tenisseverler şu ana kadar tenise her gün doyuyorlar ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorlar. Roland Garros’ta Chatrier ve Lenglen kortlarına bilet alanların dışında, bir de sadece “annex” kortlarına bilet alanlar var.  Bu seyirciler sadece 2’den 19 no’lu kortlara kadar maçlara girebiliyorlar.

Kalitenin yüksekliğini iyice gözler önüne sermek için, sözüm ona ‘fırtınasız’ geçen Perşembe’yi örnek alalım. Ben de annex kortlar bilet sahipleri gibi yapmaya karar verdim ve sadece 2 numaralı kort ve aşağısı maçlara baktım.  Günüm ikinci kortta başladı. Svetlana Kuznetsova ile Camila Giorgi belki de turnuvanın en kaliteli setini ilk sette oynadılar. Giorgi'nin atletizmi ve sert vuruşlarına karşı Kuznetsova'nın tüm hüner repertuarını kullanarak, satranç oynar gibi Giorgi’nin oyununu deşifre edip tie-break’te bir şekilde kazanmanın yolunu bulması hakikaten çarpıcı idi.  Tablonun çok zor bir bölümünde olmasına rağmen Kuznetsova bu turnuvayı kazanacak kapasitede.  

Sonrasında 17. korta gidip Teymuraz Gabashvili’nin ikinci seti alırken ki hırsına hayran kaldım.  Sonradan öğrendim ki bu maçta tek kazandığı set o olmuş.  Zira yedi numaralı kortun yolunu tutmuştum ve Alman Andrea Petkoviç ile konsantrasyonuna hayran kaldığım Stefanie Voegele’nin maçına bakacaktım.  Beklentilerim karşılıksız kalmadı. Voegele yine gitmiş maçı çevirmeyi başardı ve son sete götürdü.  İlk dört game amansız bir mücadeleye şahit oldu seyirciler.  Bu arada İsviçreli ve Alman seyircileri sakin sanırdık ancak yanılmışız. Tezahürat yapanlar ve bağıranlar her yerdeydi.  Petkoviç’in babası da bunların ileri gelenlerinden.  Mütemadiyen yerinden kalkıp yumruğunu sıkıyordu kızına bakarak.  Petkoviç 2-2’den sonra geri vuruşlarında tempoyu yükseltti ve Voegele’yi defansif oyuna mahkum etti.  Dört game arka arkaya alıp maçı kazandı.

En son olarak tekrar ikinci korta döndüm ve belki de günün en zevkli maçı olan Fernando Verdasco - Pablo Cuevas düellosunu izledim.  İki set seyredip ayrılacağımı sandığım maçı arada kaçırdığım 4 game dışında sonuna kadar izledim.  Dört saate yakın oradaydım ve ayrılamadım.  Geriden çok kaliteli bir oyun görmekle beraber, iki oyuncu da sadece top çevirmekle kalmadı, kısa spin çapraz vuruşlardan, düz paralel vuruşlara kadar, havada spin volelere kadar her türlü manevrayı denediler  puanlarda kontrolü ellerinde tutmak için. İlk iki seti kaybeden Verdasco en sonunda 5. sette maçı aldığında haklı olarak çok sevinmişti ve seyirciler ise tenise doymuştu.

Belki de bu maçların hiçbirini televizyondan seyreden izleyiciler görmedi. Çünkü Chatrier ve Lenglen kortlarında dünyanın en yetenekli, en iyi tenisçileri raket salladılar. Ama zaten bu yazıda vurguladığımız bu değil mi?  Roland Garros bu sene genel olarak çok kaliteli maçlara sahne oluyor.  Ümit ederiz ki turnuvanın geri kalan kısmı da bu seviyede tenis ile oynanır ve tenisseverler her kortta ayrı heyecan yaşarlar.