Wimbledon’a sabah gelirken gökyüzüne baktım ve güneşi yüzümde hissettim. Kendi kendime
“bugünün zevkini çıkarayım, zira hava böyle gitmez nasıl olsa” dedim. Sonra
merak edip haftalık hava durumuna baktım. Bir de ne göreyim? Önümüzdeki hafta perşembeye kadar parçalı
bulutlu ve güneşli gösteriyor. Buna inanmakta güçlük çekerken vardım giriş
kapısına.
Kapıda güvenlik güçleri
giriş kontrolünü bu sene biraz daha sıkı tutuyorlar. Grenfell Kulesi Yangını
hafızalarda taze tabii. Ama içeri girdikten sonra aynı güzel Wimbledon önünüze
çıkıyor. Kibar görevliler, temiz ve geniş alanlar ve yemyeşil çim kortlar.
Roland Garros'tan sonra Wimbledon, sanki eski Anadol'dan sonra en son model
Mercedes.
Daha maçlar başlamadan
evvel, belki bir şey alırım diye hemen Wimbledon Shop’a uğradım. Şapka 25
pound, havlu 30 pound derken, daha sonra bu konuyu değerlendirmek üzere oradan
ayrıldım. Gelelim maçlara.
Gün bir hayli hareketli
geçti. Sadece maçların kendileri değil, uyandırdıkları yankılar da bir hayli
konuşuldu. Örnek olarak sakatlıklardan bahsedelim. İlk gün birçok oyuncu
sakatlıktan ya maçları yarıda bıraktılar ya da doktor yardımı ile maç
tamamladılar. Sadece sağ diz sakatlıkları üç oyuncunun başını yedi. Kadınlarda
geçen senenin Wimbledon gençler şampiyonu ve elemelerde temsilcimiz Çağla
Büyukakçay’ı saf dışı bırakan Rus Anastasia Potapova, ilk seti Tatjana
Maria’ya 6-3 kaybettikten sonra ikinci sette 2-1 önde iken, berabere sayısında
rakibinin sayısız denediği drop shot’lardan birine koşarken, kaydı ve dizi
döndü. Doktor molası aldıktan sonra dizi sarılı şekilde sadece bir puan
oynayabilen Potapova maçtan çekildi.
Ayrıca elemelerin savaşçı oyuncusu Stefano
Travaglia, Rus raket Andrey Rublev’e karşı oynadığı maçın dördüncü setinde sağ
dizinde acı hissetmeye başladı. Buna rağmen maçı beş sete uzatmasına rağmen,
son set 7-5 kaybettiğinde dizinden rahatsız olduğu belliydi. Son olarak İngiliz
Brydan Klein, Antalya Open şampiyonu Yuichi Sugita’ya karşı oynarken dizini
acıttı ve bantlamak zorunda kaldı. Maçı bitirse de son iki sette neredeyse
varlık gösteremedi ve 7-6, 6-3, 6-0 yenildi. Antalya Open’in diğer finalisti
Adrian Mannarino da, rakibi Feliciano Lopez dördüncü sette maçı sakatlıktan
bırakınca kendini ikinci turda buldu. 40 derece sıcaklıkta bir hafta oynamış
olmak ne Sugita’yı ne Mannarino’yu rahatsız etmişe benzemiyor.
Bu sakatlıklardan daha
fazla konu olan ise Centre Court’ta, tabelalar hemen hemen aynı skoru
gösterirken, arka arkaya Novak Djokovic ve Roger Federer’in maçlarının ikinci
setlerinde rakiplerinin çekilmeleri oldu. Novak’a karşı Martin Klizan 6-3, 2-0; Roger’a karşı da Alexandr Dolgopolov 6-3, 3-0 gerideyken bıraktılar maçları.
İkisinin de önceden olan sakatlıkları olduğu gündeme yerleşti ve yine de
oynayıp para ödüllerini cebe atmaktan ve başka oynayabilecek durumda olan
oyuncuların önlerini kesmekten eleştiri aldılar.
Tabii görüşler değişir
ancak Federer’in konuya kattığı bambaşka bir görüş açısından bahsetmemiz lazım,
zira bu çok göz ardı ediliyor. Federer oyuncuların sakat sakat oynama
kararlarının birçok faktörlere bağlı olduğunu belirtti. Alacakları para
ödülünün alınan kararda önemli olduğunu kabul etmekle beraber, birde bazen
oyuncuların sakat dahi olsalar maça çıkmalarının işlerine yarayabileceğini
hatırlattı: “Hiç bilemezsin, bakarsın rakip oyuncu bir topa koşarken
sakatlanır, devam edemez ve turu geçersin. Belki birden yağmur yağar maç
ertelenir sen de bu ekstra günden faydalanırsın, sakatlığını ertesi günü pek
hissetmezsin. Belki de korta çıkarsın, ısınırsın, bir anda mucizevi bir şekilde
sakatlığını hissetmezsin ve oynarsın” dedi. Ender de olsa bu durumlarda o
oyuncunun ikinci tura çıkma şansının olup, alabileceği para ve puan
potansiyelini görmezden gelemeyeceklerinin altını çizdi.
Bir de Bernard Tomic
vakası var ki başlı başına bir soru işareti. Bu arkadaş Mischa Zverev’e 6-4, 6-3, 6-4 kaybettiği maçtan sonra resmen herhangi bir motivasyon hissetmediğini ve
tenisi umursamadığını söyledi. Wimbledon gibi bir turnuvaya motive olamayan bir
tenisçinin aklından neler geçtiğini hiç okuyamayacağımızdan hemen diğer tuhaf
laflarına geçelim: “Mental ve fiziksel olarak sanki orada değildim” dedi ve
üstüne “dürüst olmam gerekirse” diye cümleye başlayarak, maçta zaman zaman sıkıntı
hissettiğini belirtti.
Evet, dünyanın en prestijli, en büyük turnuvasında bir
tenisçi kortta sıkılıyor. Bunu da duymuş olduk. Keşke konu sadece Wimbledon ile
sınırlı olsa. Dahası da var: “Amerika Açık dördüncü turuna
çıkmam veya ilk turda elenmem hiç umurumda değil” diye ekledi Tomic. Son olarak
bir medya mensubunun “Önceden böyle hiç hissetin mi kendini?” diye sorduğunda
verdiği cevaba salondakiler ancak gülebildi: “Çok... Siz bilirsiniz zaten.”
Tomic’e en azından cevap verirken sözünü sakınmadığı ve içini olduğu gibi
döktüğü için takdir edelim, ama sadece o kadar.
Bugünlük yazıyı sevimli
İsviçreli tenisçi Timea Bacsinszky’nin sözü ile noktalayalım. Kendisine batıl
inançları olup olmadığı sorulduğunda, genel olarak hiç olmadığını söyledi ve
şunu ekledi: “Geçen gün önümden siyah bir kedi geçmişti ve hâlâ başıma bir şey
gelmedi.”