Cuma günü Wimbledon’un en kaotik günlerinden biri yaşandı. Saat 13:00’te başlayan erkekler yarı final maçlarından Kevin Anderson ile John Isner arasında 7-6 6-7 6-7 6-4 26-24 gibi bir skorla biten ilk maç 6 saat 36 dakika sürünce Wimbledon organizatörlerinin korktukları kabus durum meydana geliverdi. 

Uzun maçlar oynaması ile bilinen İsner ile yine servisleri ile oyunu domine eden Anderson eşleştiği zaman herkesin aklına ilk gelen maçın uzayabileceği düşüncesiydi. Hatta ben bile şaka olarak yanımdaki arkadaşıma sabahleyin “Beşinci set 25-23 biter, Djokovic ile Nadal oynayamaz” demiştim ve bunu aklından geçiren tek kişi değildim. Aynen öyle oldu. Nadal ile Djokovic ilk puanlarına ancak 20:09’da başlayabildiler. Havanın bir saat içinde kararacağı bilindiğinden 11’e kadar oynayabilmek adına Centre Court’un üstü kapandı. 

Ama her halukarda Merton bölgesinin aldığı karar doğrultusunda saat 23:00’ü bulduğunda maç bitmemiş ise durdurulacaktı ve ertesi gün devam edilecekti. Neredeyse üç saatlik bir süre vardı. Birçok tenis maçı bu süre içinde bitebilirdi. Ama gelin görün ki oynayanlar puan arasında vakitlerini alan, geriden top çeviren ve birbirleri ile geçmişte oynadıkları maçlarda hep çekişme yaşayan iki şampiyondu. Üç saatte bitme ihtimali çok azdı ve nitekim bitmedi. Djokovic üçüncü seti kazandığında aslında saat 23:00’ü geçmişti ve maç durduruldu.

Wimbledon organizatörlerini zor durumda bırakmak için ne gerekiyorsa oldu adeta. Sanki geçmişte aldıkları veya almadıkları kararların cezasını birileri onlara çektirmeye karar vermişti. Her şeyden evvel son sette tiebreak oynanmaması kendi hatalarıydı. Meşhur son set 70-68 biten İsner – Mahut maçı sonrası bu karar 2010’da alınmalıydı. Yağmur kesintilerinin araya girmesi ile zaten uzun süren maç üç güne yayılmıştı. Maçı kazanan İsner bırakın bir sonraki maçta boş depo ile olduğundan rahat yenildiği gibi, iki oyuncu bu maçın etkisinden fiziksel ve mental anlamda haftalarca kurtulamamışlardı, Bu maç yüzünden ertesi iki günün programı allak bullak olmuştu.

KÖTÜ TERCİHLER
Bundan dersini almayan Wimbledon son sete tiebreak kuralını getirmedi ve ondan sonraki seneler yine uzayan beşinci set maçları onları ikna etmeye yetmedi. İnatçılıklarının, belki de geleneğe körü körüne bağlı kalmanın cezasını Cuma ve Cumartesi günü çektiler (uzun süre de yankıları sürecektir). Üstüne üstlük Cumartesi programını yaparken yine kötü tercihler kullanarak iyice yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. 

Cumartesi gününün “menü” maçı olan kadınlar finali bir anda programlamada ikinci plana itildi. Djokoviç – Nadal maçı 13:00’e konuldu ve 'Kadınlar finali takiben oynanacak' dendi. Beş set üzerinden oynanacak çift erkekler finali Centre Court’ta yerini korurken, yine normalde orada oynanacak olan çift kadınlar finalinin statüsü “sonra yeri ve saati belirlenecek” gibi abuk sabuk bir şekle dönüştü.

Geçmişte kadınlar tenisini erkekler tenisine bir “ek” gösteri olarak gördüklerini çeşitli kararlar ile hissettirmiş olan Wimbledon, 2018’de hala bu bakış açısını değiştirmediğini belli etti. Hak ettikleri eleştiri yağmuruna da yakalandılar. Bazı eleştirilerin dozu kaçmıştı ve abartılı idi ama özünde haklılardı bundan rahatsız olanlar. Cumartesi kadınlar finali günüdür. En azından kadınlar finalinin saatinin sabitleşmesi gerekir. Yarım kalan erkekler maçına programlamada öncelik verip kadınlar maçına "onun devamı” şeklinde yaklaşmak yakışmadı.

Elbette ilk öncelik Djokovic – Nadal maçını bitirmekti. Eleştirilerin bir kısımı bu konuda yanlıştı. “Kadınların saati sabit kalmalı erkekler sonrasında bitirmeli maçı” dediler ama bu duygusal ve tenisçi gerçeklerini göz ardı eden bir görüştü. Üç gün üst üste maç yapma ihtimali olan oyuncuların ikinci ve üçüncü maç aralarını az tutamazlardı erkekleri kadınlardan sonraya koyarak. Tenisçi sağlığını düşünen kimse bunu yapmaz, yapmamalı da... Bunun kadın-erkek eşitliği ile alakası yok, sporu ve sporcuları korumak ile var. Yani Djokovic – Nadal maçının ilk oynanması doğruydu. Çok erkene de koyulamazdı çünkü ikisinin bir akşam evvel odalarına dönüp yatmaları rahat gece 1’den sonraya kalacaktı. 

BİR KORTTA BAŞLAYAN MAÇ O KORTTA BİTER
Bir diğer eleştiri de niye Djokovic – Nadal maçının geri kalan kısmının bir numaralı korta programlanmadığı idi. Kimse kusura bakmasın ama böyle bir saçma sapan kararı her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmaya hazır olan Wimbledon programcıları bile alamazdı. Bir kortta başlayan maç o kortta biter. Bu kural bir, en fazla iki defa, çok ama çok özel durumlarda çiğnenmiştir. Bir de zaten kurallara göre üstü kapalı kortta başlayan maç aynı şekilde bitmeye mecburdur. Evet feci kötü bir kuraldır ve mantıklı tarafı yoktur, ama kural kuraldır. Ancak iki oyuncuda özel istekle çatının açılmasını isterlerse o zaman turnuvanın bunu yapma yetkisi vardır (yine reddedebilirler). Değişene kadar kurala uyulmalıdır. O yüzden Novak ve Rafa’nın birinci korta geçmeleri söz konusu olamazdı.

Ama şu veya bu şekilde, bunların hiçbiri kadınlar finalinin senelerdir sabitleşmiş zamanını sabitlikten çıkarıp “devamında” statüsüne çevirmeyi gerektirmiyordu. 


Novak ve Rafa pekala 13:00 yerine 12:00’de başlayabilirlerdi. Kadınlar finali bir saat ileriye çekilip 15:00 olarak bir gün evvelinden anons edilebilirdi. Beş set olan erkekler finali birinci korta alınabilirdi (junior kızlar finalinden sonrasına) ve üç set üzerinden oynanan çift kadınlar finali ise Kerber – Williams maçından sonra yine Centre Court’ta oynanabilirdi. Bu maçların hepsi rahat olarak, sabitleşmiş saatlere konulabilirdi. Seyirciler ve sporcular ona göre hazırlanırlardı. Kimse arka plana atılmamış olurdu. Günün bir numaralı gösterisi olan kadınlar finali de hak ettiği dikkati almış olurdu. Tabii ki Djokovic – Nadal maçı yine son set 20-18 gibi bir skora gidip kadınlar finalinin 15:00’te başlamasını veya Kerber-Williams yine aynı şekilde uzayıp çift kadınlar finalinin saatinde başlamasını imkansız kılabilirdi ama en azından Wimbledon organizatörleri kendi imajları açısından kadınlar tenisine gereken önemi verdiklerini bir nebze göstermiş olurlardı. Ama yapmadılar, bedelini de ağır eleştiri alarak ödediler.

Fakat aslında bu duruma bile gelmemesi gerekirdi. Zamanında beşinci sete tie-break kuralını getirmiş olsalardı Cuma günkü maç süresi problemi yaşanmayacaktı ve iki maç büyük ihtimalle son bulacaktı. Cuma akşamı kabusu yaşanmayacaktı. Artık önlerine bakacaklar ve bu durumun bir daha gerçekleşmemesi için gerekeni yapacaklar. Ama sanki bunu daha önceden de herkes söylemiş ama hiç bir adım atılmamıştı.

SON SETTE TIE-BREAK UYGULANMALI
Yine de bu sefer daha büyük vitrinde göze batan bu problemler tahmin ediyorum gereken sonucu verecektir. Keşke gözlerin açılması için bu kadar büyük çapta bir kaos yaşanmamış olsaydı. İlk yapılması gereken son sete tie-break kuralı getirmek olmalıdır. Bu 6-6’da olabilir (Amerika Açık gibi) veya 9-9, en fazla 12-12’de olmalıdır. Bence 4 Majör’de 9-9’da karar alıp aynı düzene girmelidir ama diğerleri de olur. Yeter ki şu anki gibi olmasın, Wimbledon, Roland Garros ve Avustralya Açık hizaya girsin.

Hafta sonu oynanan maçlardan bahsedeceğim ikinci bölüm yazımda görüşmek üzere.