Hani şu meşhur Uzay Yolu dizisi vardır, Gene Roddenberry tarafından yaratılmış, kurgu bilim televizyon serileri türünün simgeleşmiş öncüsü. Atılgan (Enterprise) adlı yıldız gemisi ile Kaptan Kirk ve mürettebatının uzaydaki maceralarını gösterir.

Her bölüm Kaptan Kirk’in jenerikte söylediği kısa bir anlatım ile başlar. Atılgan ve mürettebatının görevinin ne olduğunu özetler Kirk ve şöyle bitirir: “... Daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitmek.”

Pazar günü Avusturyalı Dominic Thiem’in de görevi buna benziyor. Neredeyse kurgu bilim denecek kadar gerçek dışı bir görev. Hatta “neredeyse” kelimesini de kaldırarak şöyle diyelim, daha önce hiçbir insanın gitmediği bir yere gitmeye çalışacak. Görevi Roland Garros finalinde Rafael Nadal Parera’yı, İspanyol'un Mallorca’dan sonra ikinci rezidansı olan Philippe Chatrier kortunda alt etmek. Kendisine baştan “kolay gelsin” dileklerimizi yollayalım ve bunu başarabilmesi için herhangi bir formül olup olmadığına geçelim.

“Yok bu işin bir formülü, şimdiden geçmiş olsun ona” diyenler mutlaka olacaktır. Pek haksız sayılmazlar. 10 kez oynadığı tüm finalleri kazanan Nadal, bu sene de finale çıkarken toplam bir set kaybetti. Üstelik üçüncü veya dördüncü vites civarı tenis oynayarak. Bu gerçeği çoğumuz (kendimi de katarak) arada sırada unutuyoruz. İşte “Şöyle olursa, böyle olursa, eğer falanca şunu yaparsa” diyerek hep bir şekilde Rafa’yı Paris’te yenmenin bir yolunun olması gerektiğini farz ediyoruz, çeşitli formüller kuruyoruz.

Bunu yaparken hepimizin düştüğü bir tuzak var.

Rasyonel bir açıdan yaklaşıyoruz maça ve oyunculara. Yani tamamen makul çerçeve içinde “x oyuncu y’den daha iyi ama vesaire ve vesaire gibi az ihtimalli unsurlar gerçekleşirse, bu maçta y oyuncu sürpriz yapabilir” cümlesini baz alıyoruz ve "y" oyuncunun başarı sağlayabilmesi için gereken şartlarını sıralıyoruz. Zaten "x" oyuncunun daha iyi olduğunu kabul ediyoruz, evet, ama olurda birkaç saat boyunca çeşitli şartlar tutarsa, mantık sınırları içinde "y" oyuncunun sürpriz yapabileceğini düşünüyoruz. Bunda bir tuhaflık yok, tamamen makul bir yaklaşım.

Düştüğümüz tuzak şu: o baz aldığımız cümledeki “x” oyuncu Rafa değil. O cümlede "x" oyuncu ile "y" arasında mantık sınırlarını zorlamayan bir fark var. Nadal’ın diğer oyuncular ile Roland Garros sınırları içindeki farkı ise bambaşka bir boyutta. Yani mantık sınırları içinde birkaç şey gerçekleşse bile sürpriz olma ihtimali çok az.

Örnek istiyorsanız, buyrun son iki haftaya bakın.

Hangi maç Rafa’nın yüzde 60 kapasite üstüne çıktığını söyleyebilirsiniz? Veya vitesi beşe attığını? Ben şahsi fikrimi vereyim: hiç bir maçta kapasitesini zorlamadı. Hatta oynadığı setlerin çoğunda, kendi standartları açısından vasat bir tenis ortaya koydu. Ona rağmen kimse onu zorlayabilmiş değil. Schwartzman maçında bile bir setliğine gerçekleşen durum olağanüstü şartlarda gerçekleşti. Nadal ikinci viteste oynarken, Schwartzman hayalinde bile göremediği vuruşlar çıkardı. Nitekim ertelemeden sonra geldiğinde normal çizgisine dönmüştü ve maç Rafa acısından tekrar rutin bir galibiyete dönüştü. Üstelik Rafa ne ilk set, ne de sonra aldığı üç sette, ahım şahım bir oyun oynamadı. Hatta şu ana kadar Nadal bu turnuvada alışılmışın çok üstünde gereksiz hatalar yapıyor bile diyebilirim. Ama diğer oyuncular ile arasında Roland Garros’ta o kadar fark varki yüzde 60 bile yetiyor Nadal’a finale çıkmak için. Hem de zorlanmadan.

Ama tabii “imkânsız” demeyeceğiz, çünkü o zaman sahiden kurgu bilim kategorisine girmiş oluruz. Tenis hepimizin oynadığı veya canlı seyrettiği bir spor, kurgu bilim filmi değil. Sadece bu bile sporumuzda “imkânsız” kelimesinin yeri olmadığını belirlemeye yeterli.

Sadece şunu unutmayalım: Thiem’in Rafa’yı yenebilmesini sağlayacak olan formül, “y” oyuncunun “x” oyuncuyu yenip sürpriz yapmasını sağlayacak olan formülden çok daha çetrefilli.

Bu parametrelerden yola çıkarak bu formülün ne olabileceğine kısaca bakalım.

Her şeyden evvel Thiem’in ilk servis yüzdesi ve servisleri yerleştirdiği noktalar önemli olacak. Bir hayli geriden servis bekleyen Nadal’a karşı en etkili servis dışarıya doğru atılan ve fazla hızı olmayan servisler olacaktır (2017 Wimbledon ve Gilles Müller belki gelmiştir akıllara). Thiem eğer deuce tarafına slice servisler ile topa falso vererek, avantaj tarafına da zıplayan “kick” servisler ile Rafa’yı kort sınırlarının dışına atarak puanlara başlarsa, ralilerde baştan avantaj sağlar.

Thiem aslında bu konuda hem çeyrek hem yarı finalde çok iyi sinyaller verdi. Özellikle çeyrek finalde Alexander Zverev’e karşı iki tarafa da bu tip servisler atarak Alman raketi hep kortun dışından puana başlamaya zorladı ve akabinde koşturdu. Bunu iyi yapmak “1-2 punch” (iyi servis ve arkasında gelen atak vuruş) dediğimiz taktik yapısını da etkili kılıyor, çünkü rakip iyi return yapsa bile kortun diğer tarafını istemeden boş bırakmış oluyor.

Zaten Rafa’ya karşı puanları kısa tutmanın faydalı olacağının bilincinde olan Thiem için, kendi servis oyunlarında bu 1-2 punch taktiğini uygulamak kaçınılmaz olsa gerek. Servislerinin yüksek bir yüzdesini dışarıya vuracağını, hatta servis kutusunun köşesinden daha ziyade kenar çizgisini hedefleyeceğine inanıyorum. Gelen return’lerde de direkt puanlara gidecektir.

Bunu yarı final maçına da başarıyla yaparak başlayan Thiem, nedense ilk set 4-3’te birden vazgeçti. Nitekim sonrasında Marco Cecchinato ona zor anlar yaşattı. Halbuki aynı taktik ile devam etse büyük ihtimalle 7-5 veya 7-6’lık setler oynamadan, daha rahat kazanacaktı. İşte zaten Thiem’in en önemli eksikliği bu. Kort IQ’sü, yani puan esnasındaki zekası bazen, tabiri caizse, tekleyebiliyor.

Peki Nadal servis attığında ne yapabilir? İkinci servislere daha agresif vurabilir. Bunu hızlı zeminlerde Rafa'ya karşı başarı ile uygulayan olmadı değil (bakın yine aynı tuzağa düşüyorum, ve kendime burasının Roland Garros olduğunu hatırlatıyorum). Her halükarda ilk gelen kısa top fırsatında abanarak direkt puana gitmesi (hata yapsa bile) onun kârına olacaktır.

Thiem mümkün olduğu kadar kendi forehand’i ile çapraz oynayıp Nadal’ın backhand’ini çalışmalıdır. Nadal’ın backhand’inin zayıf olduğundan değil, sakin yanlış anlaşılmasın. Tam aksine, diğer oyuncuların da bu hafta ayrı zamanlarda belirttikleri gibi, Rafa’nın backhand’i son senelerde çok gelişti ve neredeyse forehand’i kadar etkili olmaya başladı. Thiem’in forehand çapraz oynaması gerektiğini soylememin asıl sebebi, 3-4 vuruştan sonra Nadal’ın forehand tarafını boşalttığı bir anda oraya atak yapmak. Formsuz – veya o anda iyi oynamayan – bir Rafa koşarak vurmak zorunda kaldığı forehand’lerde hata yapabiliyor (formda olduğu zaman uçuk vuruşlar da şapkasından çıkarabiliyor aynı pozisyondan, orası ayrı). Yani uzun çapraz ralilerden ziyade, en fazla birkaç çapraz vuruştan sonra Thiem birden baseline çizgisi içine girmeli, topu kalkarken almalı, ve forehand’i ile paralele topu çakmalı.

Bir de Nadal vasat başlarsa maça (ki bu olabiliyor bazen) o zaman Thiem ilk seti belki kapabilir. Zaten ilk seti kaybederse, o zaman Thiem’in kazanma şansı realizm sınırlarından çıkıp kurgu bilim kapsamına sahiden girmiş olacaktır sanırım.

Tabii bunların hepsi gerçekleşirken bir yandan Nadal’ın yine %60 veya %50 kapasitelerde gezdiğini, diğer yandan Thiem’in kort zekasının hiç teklemeyeceğini varsayıyorum. Olur da Nadal beşinci vitese geçerse veya Thiem düşünmeden oynarsa, zaten bu yazıyı boşuna yazmış olacağım.

Özetlemek gerekirse...
Thiem’in kazanma formülü “ölme eşeğim ölme” sözü gibi bir şey...
Ama “imkânsız” değil...

Ve 2018 sezonunu göz önüne alırsak, aslında Roland Garros’a yakışan bir final. Toprak kort kralı ile, bu sene onu yenme imkanı olan – her ne kadar “ölme eşeğim ölme” hesabı olsa da – tek tenisçi karşı karşıya gelecekler.