Maçı seyredenlerin hayal kırıklığı neredeyse tüm Indian Wells kasabasında hissediliyordu. Erkekler final maçında Roger Federer son set 2-3 geride iken, çift hata yapıp servisini kırdırdığı andı. 4-3 öne geçen Djokovic, sonraki iki oyunu yıldırım hızı ile cebine koyarak maçı 6-3, 6-7, 6-2 kazanmış, "beşinci Major" olarak bilinen Indian Wells turnuvasının kupasını da kaldırmaya hak kazanmıştı. Belki de turnuva tarihinin en sessiz geçen iki oyunu oldu.  

İşte Indian Wells finalinde olan, Djokovic'in iki en büyük rakibi Federer ve Rafael Nadal'a karşı oynadığı her maçta karşı karşıya kaldığı durum. Geçen sene Roland Garros finalinde Nadal'a çift hata ile maçı kaybettiğinde tüm Philippe Chatrier seyircilerine 360 derece dönüş ile yaptığı sitemli alkışı kim unutabilir ki? O maçta da çoğunlukla Nadal hayranı taraftarların önünde maç oynanmıştı.

Djokovic'in önündeki bu engel, modern tenis tarihinde hiçbir oyuncunun karşılaşmadığı bir problem. Her zaman "Üçüncü oyuncu" oyuncu olarak görüldü, görülüyor ve görülmeye de devam edecek. "Tüm zamanların en iyi oyuncusu" konusunda geçmiş zaman ve şimdiki zamanda üçüncü olduğu garanti. Gelecek zamanda ne olacağına ise tarih karar verecek.  

Fakat altını çizmemiz gereken bir nokta var: Djokovic'in "üçüncülük" probleminin korttaki başarıları ile hiç alâkası yok. Tamamen 'zamanlama' ve 'doymuş piyasa' kavramları ile alakalı. Cola piyasasına girmeye çalışan üçüncü bir Cola şirketi düşünün. Ürününü Coca-Cola ve PepsiCo şirketlerinin ürününe kendini çoktan vermiş olan tüketiciye sevdirmeye çalışmak zorunda. Neredeyse imkansızı başarmak zorunda. İşte Djokovic bu üçüncü Cola şirketinin tenis versiyonu. Ve her korta çıkışında ödemeye mecbur kaldığı bedel. Nadal ve Federer'in ne kadar klas kişiliklere sahip olduklarını ve ne kadar sevildiklerini herkes biliyor. Ancak profesyonel turu yakından takip eden herkes, diğer oyuncular ve medya mensupları dahil, hiç düşünmeden aynı şeylerin Djokovic için de geçerli olduğunu söylerler. Sırp raketin tenisseverlere ve tenis dünyasının içindeki diğer insanlara ne kadar sıcak ve seviyeli yaklaştığını doğrulayacaklardır.

Djokovic'in zamanlama şanssızlığı, yüksek seviye tenise ulaşma senelerinin 2000'lerin sonuna denk gelişi. Birkaç sene evvelinde tenisin tepesine yerleşen iki popüler yıldıza neredeyse tüm tenisseverler gönüllerini kaptırmışlardı. Kısacası, Djokovic 2008-09 senelerinde sahneye çıktığında, kendisine gönül verecek tenissever pek kalmamıştı.  

Bununla da kalmadı, Djokovic kazanmaya başladıkça problem daha çok büyüdü. Fanatik Nadal taraftarlarının nasıl Federer'in ağzından çıkan her kelimeyi analiz ettiklerini, korttaki her hareketinde bir problem aramaya çalıştıklarını, veya fanatik Federer taraftarlarının her Nadal sakatlığında bir ajanda aramalarını veya her demecini ayıklayıp, derin analiz edip, ona negatif ışık verecek bir yorum getirme çabalarını sanırım görsel ve sosyal medyayı takip eden herkes farkında. Şimdi düşünün bu iki grup birleşmiş ve aynı standartları üçüncü bir oyuncuya uyguluyorlar...

İşte Djokovic o "üçüncü" oyuncu...

Neden?
Çünkü Djokovic onların gözlerinde "aykırı" ve "diğer" olan oyuncu.
Çünkü Djokovic onların gönül verdikleri oyuncuların tahtlarını sallayan oyuncu.
Çünkü Djokovic (onlar için) aksi gibi son senelerde Nadal ve Federer'e karşı oynadığı maçların çoğunluğunun sonunda galip olarak rakibinin elini sıkan oyuncu. 

Hatta 2010'lu senelerin en iyi oyuncusu diye bir kategori icat etsek ve verilere baksak, Djokovic'in 1 numara olacağını inkar edecek pek kimse olmaz. Rakamlar bunu gösteriyor, sıralama ise onaylıyor. 2015 tenis sezonu başladığı gibi devam ederse, Djokovic'in bir numarada kalacağı en azından bir sene daha garanti diyebiliriz.

Ne cüretle yapar bunu Novak? Nadal-Federer sistemini nasıl bozmaya cesaret edebilir? "Nasıl" yaptığından ziyade cevabı "yapmış" olduğunda aramak lazım. Bu cüreti gösterdiği için milyonlarca tenisseverin hedefi haline gelmiş durumda ve her ne kadar tenis başarıları onu bir numaraya yerleştirse de, popülerlik konusunda üçüncülükten kurtulamamayı garantilemiş gözüküyor.

Ama bugün gördüğümüz olgun Djokovic bu engele göğüs gerecek kişiliğe ve durumunu iyi kavramış bir psikolojiye sahip. İki rakibi sayesinde kendi tenisinin ne kadar geliştiğini ve onlarla oynadığı maçların kendisi için en iyi tecrübeler olduğunu her fırsatta vurguluyor. Nadal ile Federer'i yüceltmeyi (hem de içtenlikle) ihmal etmiyor.  

Djokovic bugün raketi bıraksa, John McEnroe, Boris Becker, Stefan Edberg, Jimmy Connors, Andre Agassi, Ivan Lendl ve Mats Wilander gibi geçmiş efsane şampiyonların kariyerlerini egale etmiş veya geçmiş olur. Ama kendi zamanının üçüncü raketi imajı ile profillenmiş olduğunun ve geçmiş şampiyonlardan çok daha yüksek çıtalar ile ölçüldüğünün farkında. Ama yolundan hiç şaşmamaya kararlı. Nadal ve Federer'i tenis başarısı açısından yakalayacak mı? İhtimal az gözüküyor. Popülerlik olarak ise şansı "sıfır" diyebiliriz.  

Ancak tenis tarihinde sadece onun bulunduğu duruma has, görülmemiş bir problem ile kariyerinin her günü boğuşmak zorunda kaldığını ve bu engeli aşmak için ne kadar cesur ve çalışkan şekilde uğraştığını kimsenin inkâr etmeye hakkı yok. Bu durumda diğer şampiyonlar bulunmuş olsalardı Djokovic'in olgunluluğu ve sağlamlığı ile aynı problemi göğüsleyebilirler miydi, o da bir soru işareti.  Her şeyi bir kenara bırakalım, işte hiç olmazsa bu sebepten Djokovic alkışı hak ediyor.

(Not: Ayrıca konu ile alâkalı, sevgili Bekir Emre'nin "Bir tenisçi, bir insan" adlı son yazısına göz atmanızı özellikle tavsiye ederim.)