Dün gece bir beklenti içerisinde olmadan ekran karşısına oturduğumda “oh ne güzel bu kez güzel bir uyku uyuyacağım…Hatta ne güzel, hem basket hem futbol da var…Zaplar dururum“ demiştim. Umulmayan taş baş yararmış cinsinden” Venus Williams – Petra Kvitova maçını ekrana kilitlenmişçesine izledim.


Kadınlarda 2 saat 34 dakika süreyle burada hiç alışık olmadığımız denli klas ve çekişmeli bir maç izledik. Zaten aralarındaki tüm maçlar üç sete uzamış. Ve Venus bu kez de üç sette kazandı (63, 36, 76). Bu galibiyet onu ilk beş arasına taşıyacak. Aynı zamanda çeyrek asır sonra Navratilova’dan bu yana ABD Açık’taki en yaşlı yarı-finalist oldu. Bu sükûnet ve sabır örneği kadın anımsarsanız bu yıl Avustralya ve Wimbledon’da da yarı-finalist olmuştu. 37 yaşında unutmayın! Umarım vatandaşı ve kendisinden 13 yaş daha genç Sloane Stephens’i geçip finale adını yazdırabilir.


Zevk veren uzun ve derin toplarla dolu bir maç oldu. Her iki raket te gerek oldukça voleye geldiler, gerektikçe de kısa-toplar attılar. Ama attıkları bu topların hepsi profesyonelce ve bilinnçliydi. Diğer acemilerin kısa-topları gibi tribünlerden inip yetişebileceğiniz cinsten değildi…Ya da voleleri izleyici sıralarına vurmadılar!


Bu kadınlar Federer ile Nadal gibi birbirleriyle oynarken tenislerini bir üst seviyeye taşıyorlar. Düşünün iki raketten biri “Sjogren Sendromu” denilen ve kişinin bağışıklık sistemini paçavraya çeviren bir hastalıkla altı yıl boğuştu. Diğeri ise henüz dokuz ay önce kendi evinde bir sapığın saldırısına uğramıştı. Kendini savunurken de çıplak eliyle bıçağı tutunca sol elinin kasları tüm hislerini yitirecek kadar kesilmişti. O hislerin bir kısmı hala geri gelmiş değil. “Bir atletin kafa-yapısıyla hiçbir sınırı kabul etmezken, birdenbire üzerinize çöken bir talihsizlikle, sağlığınızla ilgili kısıtlamaları sindirebilmek çok ama çok zordu. Anlaşılan ikimiz de aşmışız bunları…Her ikimiz de birbirimizi daha iyi olmaya zorluyoruz. Ne mutlu bize” diyordu Venus Williams maç sonunda. Bu denli içten ve olgun bir içdünyası dostlar başına…


Yukarıda değindiğim gibi Venus’ün yarı-finaldeki rakibi kendisinin 13 yaş küçüğü vatandaşı Sloane Stephens oldu. Sevastova karşısında giden maçı geri çevirdi Stephens (63, 36, 76). Ayağındaki bir sakatlık nedeniyle geçirdiği 3.5 saatlik bir ameliyat onu kortların dışında bırakmıştı. Uzun bir süre sonra ilk kez bu yıl Wimbledon’da arz-ı endam etti. Sıralamada 900’lere kadar düştüğü yerden 15 maçta 13 galibiyet alarak ilk 100 içerisine döndü. Burası onun ikinci grand-slam yarı finaline sahne olacak. Anımsarsanız 2013 Avustralya’sında çeyrekte Venus’u yenmişti. Venus’ün kazanacağını düşünüyorum.


Erkeklerde ise İspanyol Carreno Busta yakın dostu Arjantinli minik-dev Schwartzman önünde kolay denilebilecek bir galibiyet aldı (6-4, 6-4, 6-2). Busta buralara biraz da fikstürün azizliği ile ulaşmış sayılabilir. Zira buraya gelene kadar oynadığı dört rakibi de elemelerden gelmeydi (King, Norrie, Mahut, Shapovalov). Emin olun tenisin bunca içinde olan ben bile ilk iki ismi tanımıyorum! Mahut ise ömrü boyu teklerde başarı elde etmiş biri değil. Schwartzman ise bir önceki maçta nükseden baldır sakatlığını ve Pouille karşısındaki uzun saatlerin yorgunluğunu atamamış gözüktü.


1.88 boyundaki Carreno Busta, 1.71’lik Schwartzman’dan sonra finale çıkmak için 2.03’lük Güney Afrikalı Kevin Anderson ile karşılaşacak. Kariyerinde 10.luğa kadar yükselmiş Anderson bu sabahın erken saatlerinde ABD’li Sam Querrey’yi 76, 67, 63, 76’lık setlerle yenmiş.

Bugün bizim saatimizle maçlar 19:00’da başlıyor.


Kadınlarda Dünya 1 numarası Çek Karolina Pliskova, ABD’li Vandeweghe karşısında. ABD’li saçmalamazsa fevkalade bir maç izleriz. Pliskova bence sonuca çok daha hakim. Ama Vandeweghe bu. Derler ya “delidir…ne yapsa yeridir”.

Onları Rafael Nadal ile 19 yaşındaki Rus Andrey Rublev kapışması izleyecek. Nadal kesin favori.


ABD için akşam seansı (bizler için yeni bir gün doğumunda!) önce ABD’ki Keys ile sürpriz Estonyalı Kanepi karşılaşacak. Bu da Nadal-Rublev maçını andıracaktır…Çizgi gerisinden hangisi daha yetenekliyse o kazanacaktır. Keys favorim.


Ardından sahneye 36 yaşında 1.85 boyunda Haşmetmeabları Federer ile 28 yaşında ve 1.98’lik Arjantinli Sempatik Dev Del Potro çıkıyor. Aralarındaki karşılaşmalarda 16-5 gibi açık bir fark var. Ama işin en ilginç yanı 2009 ABD Açık finalinde Del Potro rakibi karşısında beş set (3-6, 7-6, 4-6, 7-6, 6-2) süren bir galibiyet alarak şampiyon olmuştu. Del Potro’nun bir maç önce Thiem karşısında 5 sette ve üç buçuk saati aşkın bir sürede galip gelirken sarf ettiği eforu geri kazanıp kazanmadığı bu maçın sonucuna fevkalade etki edecektir. Her durumda Federer favorimdir.


Zevkli bir gün geçirmenizi dilerim. Hoş kalınız.