Wimbledon’un ahmakça kurallarına tepki gittikçe büyüyor. Oyuncuların donlarına bile karışmaya başladılar. Gençlerde şortlarının altına gri don giyen oyuncular soyunma odasına geri yollanarak ellerine verilen beyaz donları giymeye zorlandılar. Macar Piros ve Çinli Wu Yibing korta döndüklerinde değiştirmek zorunda bırakıldıkları koyu renkli iç donlarını göstere göstere çantalarına koydular! 

BBC’nin belirttiğine göre Venus Williams bu yıl ilk turda eteğinin altına pembe iç donu giymiş. Bu durum basın toplantısında sorulduğunda yanıtlamayı reddetmişti. “Basın toplantılarında iç çamaşırlardan bahsetmeyi garip buluyorum” demişti. 

İç çamaşırlardan çoraplara, kafa-bantlarından bilek-bantlarına değin süren bu garabetten Federer bile hoşnutsuz. Hatta yakın geçmişten iki efsane raket Boris Becker ve Stefan Edberg’in çeşitli renk tonlarını taşıyan giysilerini örnek göstermişti.

Beyaz giyme zorunluluğu 1800’lü yıllardan kalma. O süreçte kadınların ter lekelerinin göz önüne çıkması hoş karşılanmıyordu. Medeniyetin devinimiyle birlikte bu tür sapkınlıkların çoğu hep “tarih” olarak kaldı. Ancak kendilerini hala yerinde yeller esen bir “güneşin batmadığı imparatorluğun” neferleri sayan kalın kafalıların beyhude uygulamaları çok abes. Üstelik dünyanın en üretken sporlarından birine ise hiç yakışmıyor.

Ancak bu yıl en büyük tepkiyi “seksizm” çekti. Seksizm bizim dilimizde yer almakla birlikte pek yaygın bir sözcük değil. Daha çok “cinsel-ayırımcılık” kullanılıyor. Bu yıl ilk haftada erkeklerin 14 maçı merkez-korta konmuşken, kadınlar bu haktan sadece yedi kez yararlanabildiler. Daha da komiği “hanımlar-gününde” merkez-korta iki kadın maçının birden transfer edilmesinin yegâne nedeni önceki iki erkek maçının sakatlık nedeniyle  erken bitmesiydi. 
Dünya 1 numarası Kerber ile geçen yılın Roland-Garros şampiyonu Muguruza arasındaki maç maalesef ikinci kortta oynandı. Bu esnada Federer merkez-kortta Dimitrov’u ezerek üç sette saf dışı bıraktı. Maçın nasıl süregeldiğini ancak bir avuç insan anladı!

Bugüne kadar yılın en büyük sürprizini gerçekleştirerek Roland-Garros şampiyonu olan Ostapenko, 4 no’lu seribaşı (ve alınacak sonuçlara göre dünya 1. sırasını alabilme olanağı olan)  Svitolina ile 12. kortta mücadele etti. Eğer 20 yaşında bir erkek raket Roland-Garros’u beklenmedik bir şekilde kazanmış olsa, onu 4. seri-başı karşısına 12. kortta çıkarabilirler miydi? Amiyane bir deyiş kullanmak yerine zor ama çok zor diyebiliyorum.   

Çılgın Pazartesi (Manic Monday) diye adlandırılan gün tüm 4. tur maçları birbirine giriyor. Kimin nerede oynadığı tam bir soru işareti. Nedeni nedir biliyor musunuz? Çünkü geleneksel olarak Wimbledon’da Pazar günleri maç oynanmaz. İngilizler için Pazar günleri adeta kutsaldır! Güya dinlenme günleridir! Haydi canım sizde!

Turnuva yöneticileri bir seksizm olmadığını bunun toplumun istekleri doğrultusunda gerçekleştiğini belirtiyorlar. Onlara göre toplum erkek maçlarını izlemeyi yeğliyor. Yahu ATP 1000 serisine dahil (hatta beşinci grand-slam olarak başvurusu) olan “Mutua Madrid Open” turnuvasının sahibi Triac bile bu ayırımı hiç olmazsa erkeklerin kadınlara nazaran iki misli sponsor geliri getirmesiyle açıklıyor. Bunlar burada onu bile yapamıyorlar! 

Maçların neden 13:00 yerine 11:30’da başlatılmadığı sorusuna karşı ise İngilizlerin öğle yemeklerini yemeden herhangi bir sosyal etkinliğe icabet etmeyeceklerini ve boş tribünlerin turnuva atmosferine sakıncalı olacağını ileri sürüyorlar. Halbuki görülüyor ki izleyiciler arasındaki yegane boşluk “kraliyet localarında”! 

İşin en pespaye yanı kraliyet locası boşken bile oyuncular orayı selamlamaya, hatta korta birlikte girip-çıkmaya zorlanıyorlar ! 2017 yılında bu tür bağnazlıklar artık ikinci sınıf kaçıyor. Umarız ileriki yıllarda kadınların artık aynı ödüle ulaştıkları bir turnuvada ikinci sınıf insan muamelesi görmelerine son verilir. 
Merak ediyorum eğer Serena Williams burada olsaydı aynı yöntemleri uygulamaya cesaret edebilecek yöneticiler olur muydu?
Hoşkalınız.

(G. Jericho – Guardian)
(A. Chapin – Huffpost)