Dünyadaki dört Grand-Slam turnuvası arasında oyuncular tarafından en sevilmeyeni nedir sorusunun yanıtı “Amerika Açık” olacaktır. ABD’nin bilhassa New York kentine mahsus o kaotik ortam Flushing Meadows’daki tribünlere de bir virüs gibi bulaşmıştır. Çoğu burayı bir “sirk” olarak adlandırır. Organizasyon tıkır tıkır işler ama tribünler sanki New York’un en işlek 42. Cadde'sinden farkı yoktur. İzleyicilerin hani neredeyse ellerinde şişeleriyle bir parti yapmadıkları eksiktir. Oyuncuların buraya gidiş-dönüşleri onlara kente yakın başka tesisleri seçtirecek kadar sorunludur.  

Üstüne üstelik bu yıl çatılar kapatıldı. Ancak yağan yağmur çatıya temas ettiğinde öyle bir gürültü oluşturuyor ki değil doğasında mızmızlık olan Murray, genellikle yumuşak başlı olan Nadal bile hani neredeyse hakemin sesini duyamayacaklarından söz açıyordu. Hava müsait olduğu zamanlarda bile (örneğin Tsonga karşısında  ayakta kalmaya çalışan) Jack Sock çeşitli kez puanı durdurup vatandaşlarını sukunete davet etti. Nadal karşısında galip gelen Pouille maçtan sonra “Burada kendinizi bile işitemiyorsunuz… O denli gürültü var” diyordu.

Jack Sock adlı ABD’li tenisci ilginç bir raket. Son derece başarılı bir çift oyuncusu. Rio Olimpiyatlarında çift erkeklerde partneri Steve Johnson ile bronz madalya, karışık çiftlerde ise Bethanie Mattek-Sands ile ise altın-madalya aldı. Ancak olimpiyatlardan sonra kariyerini teklerde de denemeye karar verdi. Çiftlerdeki vole üstünlüğünü burada da gösteriyor. Bazuka gibi bir forehand’i var. Ancak bunu sanki masa-tenisindeki gibi bilek gücüyle yapıyor. O devasa güce o bilek nasıl dayanacak merak ederim. 

Zaten isterseniz Herkül olun, teniste salt kaba güçle başarılı olamıyorsunuz. ABD’li raketlerin yıllardır bir türlü başarılı olamamalarının altında da bu yatıyor. Fizik deseniz maşallah. Güç deseniz tank gibiler. Vurdukları topların ancak tozunu görüyorsunuz. Netice “Hatice”! Ne bir taktik zeka, ne bir incelik (finesse), ne de bu klas sporun gerektirdiği el-kol yumuşaklığı…Varsa yoksa bam-güm! İşte size sonuç. Kendi saha ve seyircileri önünde çeyrek finali dahi görmüyorlar. 

Umarım spor dünyasının bu güzel branşı, zarafetini, Federer ve Djokovic (Murray’i de katarsak) üçlüsüyle birlikte yitirmez. Tenisi ne denli iyi oynarsanız oynayın. Eğer çevrenize pozitif bir elektrik vermiyorsanız başarıda bir süreklilik oluşturamıyorsunuz. Çoğu genç raketin maçlardan üstün çıkmalarına karşın ağır-abilerin arasında kendilerine bir yer edinememelerinin altında bu yatmaktadır. Ben hala umudumu yitirmedim ama bu beklentim zayıflamıyor da değil!

ABD Açık’ta, kadınlarda şimdiye kadar, bu yılın sürprizini Çağla Büyükakçay’ın çiftlerdeki partneri Letonyalı Sevastova yaptı. 2013 yılında peşpeşe geçirdiği sakatlıklarla tenisi bırakma noktasına gelen bu sempatik kızcağız 2015’te kortlara geri döndü. Burada önce Roland Garros şampiyonu ve 3 nolu seri başı Muguruza’yı yendi ardından da sahada bir robotu andıran Avustralya yarı-finalisti İngiliz Konta’yı. Oynadığı tenisle insana zevk veren, mimikleriyle kortta artıları ve eksileriyle bir canlı olduğunu gösteren Sevastova’nın şimdi karşısında THY’nin yüzü Wozniacki var. Onu da geçecektir. 

Erkeklerde ise seçkim tartışmasız Nadal’ı dört saatin üzerinde beş setlik bir maç sonunda eleyen 22 yaşındaki Fransız Lucas Pouille.  Sabahın üçüne kadar bizleri ayakta tutan bu genç adam avaz avaz "Benim yerim ilk 10" diye bağırıyor. Bu sonuçla Fransızlar çeyrek finale üç raket birden soktular. Acaba onların bu başarısı incelenmeye değer mi? Ne dersiniz?  

Hoşkalın.