Indian Wells (Kızılderili Kuyuları), profesyonel tenisçilerin binlerce mekan arasında en sevdikleri ve belki de başlıcası olarak yer alır. Grand slam olarak adlandırılan dünyadaki en önemli dört büyük (Wimbledon, Amerika Açık, Roland Garros ve Avustralya Açık) turnuvadan hemen sonraki sırayı "BNP Paribas – Indian Wells" alır. İzleyici sayısı haftada 430.000'i aşar. Bu turnuva Kaliforniya Çölü'nün ortasına tümüyle insan eliyle kurulan Indian Wells'te yer alır. Yok olmaya yakın perişan bir kovboy/madenci kasabası olan Indian Wells'i bugünkü tenis-vahası haline getiren ABD'li bir girişimci/yatırımcı olan Lawrence Joseph "Larry" Ellison'dır. İşte bugün onun epey ilginç yaşantısını paylaşacağım sizlerle.


17 Ağustos 1944 doğumlu Ellison, hemen geçtiğimiz yıl 2014'te Forbes Dergisi tarafından ABD'nin 3. ve dünyanın 5. en varlıklı kişisi olarak saptandı. Servetinin 56.2 milyar ABD Doları'nı geçtiği tahmin ediliyor.


Larry, New York'ta Musevi bir ana ile İtalyan kökenli Amerikan Hava-Kuvvetleri pilotunun oğlu olarak doğar. Ebevynleri evli değildir. Annesi dokuz aylıkken zatürreye tutulan çocuğunu amcası ile yengesine emanet eder. Çocuğu soğuk ve katı bir adam olan amcadan ziyade şefkat dolu yenge büyütür. Larry öz anasını bir daha ancak 48 yaşında görecektir.


Amcaile yenge disiplinli birer Musevi idi. Sinagogta her hafta yerlerini alırlardı. Buna rağmen, ve inançlı insanlara saygı duymakla birlikte, Larry yaşantısı boyunca dinsel konulara hep kuşkuyla yaklaştı. Sonraları da Yahudi Doktrinlerini ve törelerini hep reddetti. 22 yaşında da manevi anası ölünce Kaliforniya'ya taşındı.


Larry Ellison iş hayatına üniversitedeyken başladı. Çeşitli girişimler onu dünyanın en prestijli yazılım şirketlerinden biri olan Oracle'ın CEO'luğuna taşıdı. Yıllık geliri insanları hayretler içerisinde bırakıyordu. 2013 yılındaki maaşı 94 milyon dolardı. Dünyada en büyük maaşı alan yöneticiydi. O artık sadece üst düzey bir işadamı değil, cebinde her türlü girişimler olan biriydi… Maceraperest, hayırsever, yatırımcı, girişimci, sporcu ve programcı/yazılımcı. Servetinin %1 hayır işlerine aktarılmaktadır. Harward Üniversitesi'ne tek kalemde 150 milyon dolar bağışta bulunmuştur. Dünyanın en büyük yatçılık etkinliklerinden "BMW-Oracle Yarışının" yaratıcısı ve sponsorudur. 2013 Eylül'ünde 34. Americas Cup'ta zafere ulaşan yat Ellison'un "Oracle Team USA" idi. 200 milyon dolara yaptırdığı dünyanın en büyük 8. yatı olan 138 metre uzunluğundaki "Rising Sun" (Doğan Güneş)'ı 2010 yılında sattı.


İki askeri jetin sahibi lisanlı bir pilot olan Larry Ellison, Rusya'dan da bir MIG jeti almasına rağmen ABD yasaları izin vermediği için bunu ana-vatanında depolamak zorunda kaldı! 2012 yılında Hawaii Adaları'ndan Lana'yı 550 milyon dolara aldı. Sonra da "BNP Paris Open" tenis turnuvasının %50'sinin sahibi oldu. "Iron Man 2" filminde ufak bir rol aldı. Tüm egzotik arabalarının yanında bir de McLaren F1'in direksyonuna geçmektedir.


Ellison geçenlerde Oracle'daki yöneticiliğini sona erdirdi. Yaşantısındaki en yakın dostlarından birini işin başına koydu. Bugünlerde onu Indian Wells’de tribünlerin ön sıralarında kafasında bir beyzbol takımının şapkası, sırtında önü açık jean gömleği ile hanım arkadaşı, Bill Gates ve John McEnroe ile birlikte tenis izlerken görebiliyoruz. Onun çocuğu olan bu tenis vahası ise benliğini her yıl geliştirerek sürdürüyor. Artık kurak kuyuya su geldi. Bunu oyuncuların minnet dolu beyanatlarından bile anlayabiliyorsunuz.


Şimdi konuya nasıl nokta koyacağımı merak ediyorsunuzdur. Şöyle. Bizim ülkemizde Ellison'u andıran biri var. Biliyorsunuz Nisan ayı sonunda ülkemizdeki ilk erkek ATP 250 turnuvası olan "İstanbul Open" yapılacak. Roger Federer'in katılacağı kesinleşti. Buturnuva "Koza World of Sports Arena" da oynanacak. İşte bu muazzam kompleksi bu kente kazandıran bu inşaat şirketi ve bilhassa onun CEO'su Şükrü İlkel'dir. Tenise yakınsanız soyad size aşina gelebilir. Oğlu Cem İlkel, Türkiye'ye Güney Afrika karşısında Davis Kupası ilk ayağını kazandıran son maçta ulusal takımı temsilen sahada olan oyuncuydu.


Yirmi yılı aşkın bir süredir bu zatın tenise yaptığı yatırım (hadi teşekkür ya da saygınızdan vazgeçelim) hayranlık uyandırmalıyken adamı bağnazca, cahilce eleştirenler çıkıyor. Bu abuk subuk iddialara da değinmeyeceğim. Yerime ve zamanıma yazık. Gıpta etmeleri gerekirken hasetle vuruyorlar. Bakınız Türkiye son üç Olimpiyat'ta aldığı madalyaların sayısı gittikçe azalır ve aldıklarının bir kısmını da sahtekarlık (doping) nedeniyle iade etmek zorunda kalır ve bu gerçekler ışığında yerlerde sürünen sporumuzun kurtuluşunu hala hayali projelerde arayanlar varken bir adam spor kompleksi yaratıyor. Peki daha ne yapacaktı!


Bakınız, bir insanı sevmemek için haklı bile olsanız, bu onun yaptıklarını görmezden gelmeniz demek değildir. Üstelik her taşın altında curuf aranan bir toplumda bu adam bu tesisi oluştururken üzerine herhangi bir kara çalınabildi mi? Hayır. Para da kendinin değil mi? Eh o zaman onun ne yaptığı kimi ilgilendirir? Mal onun, para onun. İster bunu oğluna yapar, ister başkasına. Size ne? Sezar'ın hakkını Sezar'a verin ve artık ne olur susun. Ya da ömrünüzde bir kez olsun elinizi bir taşın altına koymayı deneyin… Emin olun daha tatmin olacaksınız!


Hoş kalın.