Sezen Aksu'nun efsane şarkısı "Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler" diye başlar. Marsel İlhan da yakın geçmişini anımsayarak herhalde dudaklarından düşürmüyordur bu güzel ezgiyi!
 
Televizyon kanalının program akışını yanlış yönlendirmesi sonucu maçın tamamını izleyemedim. Ancak izlemeye başladığım anlardan itibaren oynanılan tenis, maçın başının hiç de farklı olmadığını ortaya koyuyordu. Televizyon sunucusu genç arkadaşımıza ise ufak bir anımsatma. Hamaset edebiyatı kimseye yarar getirmez. Önemli olan muharebe değil savaşı kazanmaktır. Teniste bir galibiyet şampiyonluk getirmez. Ülke tenisinin gelişmesi ile de doğru orantılı değildir. Sadece günü geçirtir.
 
Profesyonel tenis dünyasında bir raketin hiç beklenmedik sürprizler yaratması olağandır. Bu sürprizi gerçekleştiren sporcu eğer 20'lerinin civarındaysa, "yeni bir şampiyon mu çıkıyor?" merakıyla araştırmalar yapılır oyuncu yakinen izlenmeye başlanır (Örnek: Borna Coric). Ama söz konusu sürprizin sahibi artık kariyerinin sonbaharını yaşıyorsa "olağan şüpheliler" sınıfına bile girmez… Çünkü bu başarının devamını beklemek yerine "Godot'yu beklemek" daha umut verici olabilir!
 
Marsel İlhan özel bir yetenek değildir. Bu sınıfa hiç girmez. Ama tenise çok yatkın bir fiziği olan son derece disiplinli, çalışkan ve dürüst bir sporcudur. Korttaki en büyük silahı çapraz bir forehand'dir. Bugünün tenis dünyasında bu denli kısıtlı silahla ilk 50 içerisine girmek imkânsız… İkinci elli içerisinde de kalmak zordur. Bu yeteneklerini geliştirememiş olması ise kendisinden başka kimsenin kabahati değildir. Zira kararlarının çoğunu kendisi vermiştir. Yanlış antrenör, yanlış koç, yanlış turnuva seçimi, yanlış taktik, yanlış mentor. Daha ne sayayım! Hani Napolyon "Trafalgar Muharebesini" yitirmekte olduğunu görünce kurmaylarını sorguya çekmiş. Biri atılmış "İmparatorum barutumuz kalmadı" diye. "Dahasını söylemeyin" demiş Napolyon!  
 
Bana göre Marsel İlhan'ın Arap Yarımadası'ndaki başarısı Djokovic'e rakip olmak değildir. Esas başarı eleme turunu geçip ana tabloda da çeyrek finale kalmasıdır. Marsel dün akşam Djokovic'e rakip olamadı. Dünyanın 104 numarası olarak zirvedeki rakibinizin karşısına geldiğinizde her zamanki oyununuzu oynarsanız makus talihinize razısınızdır.
 
Tenis turnuvaları artık tüm dünyada yayınlanıyor. Bunları banttan izleyebilmek çok kolay. Bir bakın bakalım büyük sürprizler nasıl gerçekleşiyor. Böyle durumlarda genç raketler işi riske eder. Aldıkları risk tutar üstelik bir de rakip kötü günündeyse buyrun sansasyona! Ama Marsel İlhan'ın böyle bir niyeti anlaşılan hiç yoktu. O kaderinin buraya kadar olduğuna kendisini inandırmıştı. 45 dakika süresince çabalamadı bile. Djokovic ise herhalde İstanbul Open'a kendi yerine Federer'in davet edilmiş olmasının kızgınlığı ile hınç çıkardı (6-1, 6-1). Dost acı söyler diyeceksiniz: Djokovic antrenman bile yapmadı.
 
Marsel İlhan benimsemiş olduğun ülkene hizmetlerin inkar edilemez. Ama bu sporun öyle çok beklentisi var ki... Ve maalesef elde hala senden başkası yok. Hadi bi gayret desek bir basamak daha atlayabilir misin ?
 
Hoşkalınız.