Sağ olsun başta Grand-Slam’leri veren Eurosport olmak üzere, BEIN Sports ve keza Saran Spor bize yılın sonuna doğru iyi turnuvalar izletiyor. Keşke Kasım’ın ikinci hafta sonunda FED CUP ve sonrasında da Davis Cup finallerini de izleyebilsek. Fed Cup’ta Beyaz Rusya ile ABD karşılaşıyor. Gerçi her iki ülke de tam takım değil. Eksikler önemli. Ev sahibinde Azarenka, ABD’de ise Williams kardeşler yok. Davis Kupasında ise 24-26 Kasım tarihlerinde ev sahibi Fransa ile sürpriz finalist Belçika şampiyonluk için mücadele edecek.

Hafta başından bu yana kadınlar tenisinde yılın son profesyonel turnuvasını izledik. Bir zamanlar Sinan Erdem Spor Salonunda izlediğimiz “WTA Finals” son yıllarda Singapur’daki muhteşem bir salonda yapılıyor.

Bazı okuyucular kadınlar tenisi hakkındaki düşüncelerimden dolayı beni kınıyor, hatta aşırı tepki gösterenler bile oluyor. Ancak bir hafta süreyle dünyadaki en iyi on raketin sekizini izledikten sonra fikirlerimin değişmesi olası değil. Hatta onları fazlasıyla sarakaya alabilirim. Erkek tenisinin ardından fena halde nal topluyorlar. Hem nicelik hem nitelik açısından. Fena halde bir itici güç gerek kadın tenisine. Hadi fazla çullanmayalım, yıl sonudur diyelim ve hoş görelim !

Allahtan aralarında Garcia ve Ostapenko vardı da sekiz raketin içinde hiç olmazsa gençliklerinin verdiği gözüpeklikle arada bir yaradana sığınıp vole vuran oldu. Onlarınki bile genellikle rakiplerinin yükselttiği toplara sahanın ortasından vurdukları “drive” voleler. Yoksa file önü vuruşları sadece 37 yaşındaki Venus Williams’a mahsus kalacaktı.

Muguruza(İSP), Pliskova (ÇEK), Williams(ABD) ve Ostapenko (LET)’dan kurulu beyaz grup ile Halep (ROM), Svitolina(UKR), Wozniacki(DAN) ve Garcia (FRA)’dan oluşan kırmızı grup önce kendi aralarında lig usulü oynadılar. Beyazlardan Pliskova ile Williams, kırmızılardan ise Wozniacki ile Garcia yarı-finallere çıktı. Yani dünya sıralamasındaki 1. Halep, 2. Muguruza ve 4. Svitolina yarı-finallerde yoklardı !

Ostapenko da yok. Ama o tümüyle tecrübesizliğinden yitirdi maçlarını. Yoksa hem o, hem de Garcia kadın tenisi için ferah bir nefes gibi geliyor. Cesurlar ve hata yapmaktan sakınmayıp her türlü riskli vuruşu deniyorlar. Yegâne eksikleri sabır, sabır ve yine sabır. Bu da tecrübeyle oluşuyor. Her puanı tek vuruşla kazanmak olsaydı bugün ortalıkta android gibi gezinen, fiziksel kaideleri öbür mahalleden gözüken, sporcular hep şampiyon olurdu. Aklınızı, zekanızı sabrınızla koordine edemezseniz tenis sizi çok çabuk öğütür. Zaten yaşam da da bunun örneklerine fazlasıyla rastlamıyor muyuz? Bakın çevrenize. Hırsı mantığını aşanlar eninde sonunda batağa saplanmaktan kaçınamıyorlar.

Maçlara bakınca bazı oyuncular için üzülüyorsunuz. En fazla çalışan onlar. Yetenek ve fizik derseniz gani. Ama kafa yapılarını bir türlü adam edemiyorlar. Kritik maçları ve dolayısıyla kritik puanları hep yitiriyorlar. İşte alın size Halep ile Wozniacki. Her ikisi de birer büyük turnuva çoktan haketti. Ama olmuyor işte. Kimler geldi kimler geçti, onlar hâlâ ve maalesef oldukları yerde sayıyorlar. Spor dünyasında geçerli olan ama bilhassa teniste fazlasıyla ortaya çıkan bir gerçek, yıl bittikten sonra kimsenin birinciyi anımsamadığıdır…Ama bir Grand Slam kazanan her daim akılda kalır… Tarihe mal olur.

Tenis çok ilginç bir oyun. Hakikaten son puan bitmeden maçların sonucu hakkında konuşmak abes. Siz siz olun ilk setler farklı bitti diye yerinizi terk etmeyin. Zira dönüşler gidişlerden çok daha fazla karşınıza çıkıyor. Hele hele daha oyunun başlarında bir sporcu diğerini eziyorsa anlayın ki o maç epey uzun sürecek ve büyük bir olasılıkla da kazanan başlarda ezilen olacaktır. Bu gerçeğe bu yıl Singapur’da epey tanık olduk.

Tesadüfen buradaki sekiz raketten sadece iki Caroline’nin koçları babaları. Danimarkalı Caroline Wozniacki ile genç Fransız yıldız Caroline Garcia’nın tenis performanslarından pederleri sorumlu. Her iki raketin de başarılı oldukları şüphesiz. Ancak bu profesyonel dünyada pek geçerli bir oluşum değildir. İstisnalar kural oluşturmaz. Bu yüzden çocuklarınızın dünyasını karartmayın. Babalık ve antrenörlük (ya da koçluk) mucizeler kadar farklıdır. Kenarda oturan oyuncuların çoğundan genellikle tasa yansıyor. Böyle birlikteliklerden pek memnun olmadıkları, hatta zorlandıkları, ilerleyen günlerdeki tepkilerinden bariz bir şekilde belli olmadan bu sevdadan vazgeçilmesi doğru olacaktır. Unutmayın ki teniste mutluluğa ulaşanların sayısı, yaşantılarını karartanların fevkalade altında kalır.

Finalde 37 yaşındaki Venus Williams burada üçüncü kez bir Caroline ile karşılaşmak üzere korta çıktı. Grup maçlarında Çekya’lı Karolina Pliskova’ya yenilmiş olmasına rağmen diğerlerinden aldığı puanlar onu yarı-finale çıkarmıştı. Yarı-finalde Fransız Caroline Garcia’yı geçti. Bu maç esasen turnuvada izlediğimiz en kaliteli karşılaşmasıydı. Yukarıda da belirttiğim gibi Garcia tecrübesizliğinin ve de karşısında tam bir eski kaşar olan Venus’un engin deneyiminin kurbanı oldu.

Finalde ise karşısında Caroline Wozniacki vardı. 7 grand-slam şampiyonu, hem teklerde, hem çiftlerde haftalarca 1 numara kalmış Williams ile kariyerinde hiç bir grand-slam kazanamamış bir 1 numara olan Wozniacki. Aralarındaki karşılaşmalarda 7-0 ABD’li raket önde. Oynadıkları 15 sette rakibine sadece 1 set vermiş olarak korta çıktı.

Yılların şampiyonu Venus o denli çok basit hatalar yaptı ki Wozniacki gibi (her ileri geçtiği kritik maçı yitirmesiyle bilinen) birine kazanmaktan başka bir yol kalmadı. İkinci sette Williams 0-5’ten durumu 4-5’e getirdi. Ama en kritik anlarda yine iki basit-hata ile Danimarkalıyı şampiyon yaptı. Ödül töreninde Wozniacki bile o son anlarda ayaklarının titremeye başladığını itiraf etti. THY’nin eski reklam yüzü olan bu raket sakatlıklarla geçirdiği önceki yıldan bu yana oyununu sürekli geliştirmiş olmakla bu başarıyı haketti. Şimdi sıra bir grand-slam kazanmasında. Gerçi Serena Williams’ın Avustralya ile birlikte tenise döneceğini açıklamasıyla tüm diğer kadınlar için artık büyük şampiyonuklar daha da zorlu olacak ama tenistir bu. İzleyip göreceğiz.

Umarım Garcia, Ostapenko, Mladenovic, Stephens, Goerges, Vandeweghe gibi raketler biraz olsun yeteneklerini akıl ve zeka ile birleştirebilir de şu güzelim sporun kadınlar bölümüne de zevk tekrar yerleşebilir. Onca sporcu arasında fileye gelebilip doğru dürüst bir vole vurabilen birilerine bu denli seyrek rastlamak çok acı. Venus gibi bir şampiyonun attığı kısa-toplara izleyici locasındaki Clijsters bile yetişebilirdi ! Pek yazık.

Bir hafta sonra Paris’te “ATP Rolex Masters” kapalısalon turnuvası başlıyor. Bu “ATP 1000” serisinin son turnuvası. Benim için fevkalade bir anısı olan bu etkinliği maalesef bu yıl beyaz camdan izleyeceğim. Çok güzel bir atmosferde ve genelde tüm ağır-abilerin katıldığı bu turnuvayı Londra’daki “ATP Masters” izleyecek ve profesyonel tenis 2017’ye veda edecek. Bakalım Nadal yılı zirvede bitirecek mi yoksa Federer burun farkıyla da olsa onu geçebilecek mi? Hoşkalın.