Öncelikle bu üzüntülü günlerde şehitlerimize Tanrı’nın Rahmetini ve başta aileleri olmak üzere tüm toplumumuza baş sağlığı, dayanma gücü ve sabır dilerim.

 

Cumartesi akşamı üç saate yakın bir süre gezegenimizdeki en iyi iki tenisçinin finalini izledik. Geçen yıl gerek canlı gerek beyaz camdan olmak üzere öyle çok tenis izlemişim ki tatile girdiklerinde derin bir nefes aldım. Ama dünkü final onu ne denli özlediğimi farkettirdi.

 

Djokovic dönecek mi, dönerse eskisi kadar başarılı olacak mı, eşinden boşanacak mı? Tenise dönüş yapan Federer ve Nadal’ın da olduğu bir çekişmenin içerisinde Murray başarılarını sürdürebilecek mi? Federer ve Nadal geçmiş başarılarına bir sünger mi çekecek yoksa yine grand-slam turnuvalarında egemenliklerini sürdürecekler mi? Wawrinka, Raonic ve Nishikori gibi raketler ağır-abilerin standardına ulaşabilecekler mi yoksa onları yine Berdych, Tsonga, Ferrer, Gasquet gibi bazı bazı mı (!)  göreceğiz. İşte uluslararası tenis camiasında ortaya sürülen meçhullerden başlıcaları bunlardı. Benim en ilgimi çeken meçhul ise pıtrak gibi ortaya çıkan gençlerin yukarıda adı geçen büyük-abilere ne denli rakip olabilecekleri.  Zverev, Thiem, Kyrgios,  Pouille, Coric ve hatta 20’lik yeni Rus Khachanov bunlardan ilk akla gelenler. Dimitrov’u da yabana atmayın. Tahminimce Federer, Nadal, Djokovic, Murray dörtlüsü gibi bir ekürinin tenis dünyasına zor geleceğidir. Bu büyük sporcular raketlerini astıktan sonra tenisin ışıltıları olacak ama ışıklar eski canlılığında olmayacaktır.

 

Dün akşam üç sette İngiliz’in kazanacağını öngörmüştüm. Bunun başlıca nedeni de Djokovic’in uzun bir süredir tenisin tepesinden uzak kalması ve bu moraliyle bir gün önce kendisine hiçbir zaman rakip olamamış Verdasco önünde 2.5 saatte oyunu beş maç-topundan çevirmesiydi.

 

Olmazların adamı Sırp Şampiyon beni yanılttı (63,57, 64). İngiliz rakete oyunun kontrolünü verdiğiniz an işiniz bitiyor. Bunun bilincinde olarak tüm kritik puanları rakibinden iyi oynadı Novak. Murray ile arasındaki istatistiği daha da açtı (24-11). Avustralya yaklaşırken (16 Ocak), Murray gibi sinirleri hala hassas birinin bunun etkisi altında kalacağı muhakkak. Djokovic ise özgüven tazelemiştir. Bize kalan ise tenise “hoş geldin” demek. Unutmamalıyız ki yılın ilk turnuvaları hiç bir zaman bir kriter oluşturmaz. Avustralya sonrasında ABD ana-karasına geçince hamlıktan olgunluğa dönmeye başlar bu tadına doyulmayan spor.

 

Dün akşam tenisin ne denli zevkli, çekişmeli ve kaliteli olabileceğini bir kez daha yaşadık. Maçın içindeki ve sonundaki sportmenliğe imrendik. Ülkemizdeki kavgalı dövüşlü çeşitli spor karşılaşmalarına ve bunlara alet olanlara lanet ettik. Spor insanın içinden çıkan temiz bir nefes gibidir. Neden bu nefesi berraklaştıramıyoruz bir türlü? Cehaletin, görgüsüzlüğün galebe çaldığını anlamak zor olmasa da açıkçası benimseyemiyor ve bu topluma yakıştıramıyorum bir türlü.

 

Bu yılın ilk yazısında sizlere 2016’daki son yazımın son paragrafı ile veda edeceğim:

“Ben çok zor günler geçiren toplumumuzun hala sağduyusunun olduğuna inanıyorum. Eminim bir yerlerde onu itinayla saklamışlardır. Yeni yılda onu sakladıkları yerden çıkarsınlar, öpüp koklasınlar ve onun kıymetini iyi bilsinler. Yaşam hepimize en büyük armağandır. Onu ne denli değerlendireceğimiz ise kendi tasarrufumuzdur“.