“Altın Grand-Slam”* yapabilme olasılığını Tokyo Olimpiyatları finalinde Zverev’e yenilince yitiren Djokovic tüm hırsıyla normal “Grand-Slam”e erişmek için çabalıyor. Amaç başlıca rakipleri Federer ve Nadal’ı geride bırakarak tarihe geçmek. Esasen turnuvadan önce tüm gözler onun üzerindeydi ve bu doğal olarak onun üzerinde müthiş bir baskı unsuruydu. Kadınların müthiş sürprizi tüm dikkatleri onun üzerinden aldı. Uzun bir süre sonra ABD Açık finalinde iki genç kız var (teenager).  

İnsanoğlu maalesef balık hafızalı. Serena Williams 1999 “ABD Açık” finalinde 18 yaşındaki Hingis’i yenerken 17 yaşındaydı. Monica Seles – Steffi Graf karşılaşmaları hep 20 yaşların altında başlamıştı.
Keza bir zamanların altın kuşağı Agassi, Sampras, McEnroe kaç yaşlarında şampiyonluk yaşadılar sanıyorsunuz. Becker Wimbledon’u kazandığında 17 yaşındaydı.

Böyle hissedilmesindeki başlıca sebep Serena, Federer, Nadal ve Djokovic dörtlüsü. O kadar uzun bir süredir gençlere kapıları kapadılar ki tüm bunlar ilk kez oluyor hissi yaşıyoruz. Bir süredir bizler bile “artık yeni birileri gelsin” demiyor muyduk?  
Galiba bu beklentimiz gerçekleşiyor. Olmaması için yegane sebep Djokovic. O kazandıkça gençler rüyalarını gerçekleştiremeyecekler. Büyük bir olasılıkla tenis dünyasının en “fit” raketi olan bu Sırp adam, Alman Zverev ile bu kez yarı-finalde karşılaşacak. Ama tüm izleyiciler rakibinin ardında olacak. Maalesef Nole ağzıyla kuş tutsa sevimsizliğine çare bulamıyor. Açıkcası sevilmiyor. Sevilmediğini ve sürekli beğeni listesinde Federer ile Nadal’ın epey ardından geldiğini gördükçe de hırsı mantığına üstün gelerek saçmalıyor.
“Ben beynimle suyu arıtabilirim”,  “Ben aşıya karşıyım”, “Esasen aşıya karşı değilim ama zorlanan herşeye karşıyım” gibi vecizeler ona ait. Keza salgın başını almış giderken, oyuncuların büyük bir kısmı turnuvasızlıktan parasal güçlük içerisindeyken ve tüm ağır-abiler ona karşı çıkarken, bir piyonu ile bilikte birkaç oyuncuyu ayartıp, ATP’yi bölmeye ve kendi başkanlığında yeni bir “Oyuncular Birliği” kurmaya çalışan da o. 
Acılar ve savaş dolu gençliğinin açmazlarını maalesef bugünlere taşımış biri Djokovic. Anlatıldığı kadarıyla fevkalade yardımsever, şakacı ve arkadaş canlısı biri. Ama ne yazık ki karşısında Federer ve Nadal gibi gerek estetik ve gerek pazarlama harikası iki aile babası olunca, hiç şansı yok beğenilmeye! 

İlk yarı-final olan Medvedev-Aliassime maçı sanki kimsenin umurunda değil. Medvedev nasılsa kazanır imajı fena halde yerleşmiş. Ama ya kadınlarda olan burada da gerçekleşirse? İşte o zaman diğer maçı kazanan şampiyonluğunu önceden tescil etmiş olur.
Hoş kalın.

(*)
1) Grand-Slam.:          En büyük turnuvalaı olan Avustralya + Fransa + Wimbledon ve ABD
Açık’ı aynı takvim yılı içinde kazanmak.
2) Career Slam.: Yukarıdakileri takvim yılının dışına sarkarak kazanmak.
3) Golden Slam.: 1’dekilere ilaveten Olimpiyatlarda altın-madalya almak.  
 
Hamiş.: 
- Bir süredir bir kadın futbolu konusu gündeme geliyor. Ulusal Futbol Takımımızın geçirdiği kötü dönemin ardından bu tür muhabbetler çoğaldı. Kulüpler sanki borç batağında yüzmüyorlarsa neden amatör branşları yaşatamıyorsunuz? Yapmayın Tanrı Aşkına. 
- Ekran karşısına geçip medeniyet gösterileri yapmak kolaydır. Birkaç kadının da gözünü bununla boyarsınız. Ama genelde bunu kimse yutmaz. “Hem kel hem fodul” derler sonra. 
- Kadın takımı kurarak kimse size medeni demez. Önce kulüplerinizi bataktan çıkarın da sonra medeni bir insan gibi sair projelerinizi hayata geçirirsiniz. Sizler futbol kulüpleri değilsiniz ki… “Spor kulüplerisiniz”. Yoksa yanlış mı biliyorum? 
- Üstelik son Olimpiyatlarda izlediğim kadarıyla kadın futbolunun pek tadı tuzu da yok. Altın madalya maçı penaltılara kalmış ve 12 penaltının 7 tanesinde topu gol çizgisinden geçirememişlerdi!