Allahtan önce Paris’te “BNP Paribas Masters” sonra da Londra’da “Barclays ATP World Tour Finals” Turnuvaları oynandı da (ve hala oynanıyor) gözlerimizin pası silindi. İkinci sınıf olarak bile nitelendirilemeyecek WTA maçları ardından Paris bir tenisle yaşayan biri olarak bana derin bir ohhh dedirtecek kalitede idi. 


Hele Haşmetmeablarının önce Güney Afrikalı Anderson’u, sonra Kohlschreiber’i ve ardından da Del Potro’yu yenerek yarı-finale gelmesi ve orada da Djokovic’e ucundan üç sette kaybetmesi ve bu güzergâh esnasında fevkalade güzel tenis oynaması bu spora gönül vermiş biri olarak beni mest etti. Finalde Sırp üstat (bir mucize gerçekleştirerek yarı-finalde Nadal’ı hemde iki sette yenen) Ferrer’i geçerek şampiyon oldu.

 

Yukarıda değindiğim gibi Paris’te Federer epey formda bir görüntü verdi. Sürekli backhand’ine oynayan rakipleri bile onu pek rahatsız edemedi. Aksine bir çok maçta backhand’i ile paralel passing-shot’lar attı (Güzelim Türkçemiz arasında İngilizce paralamak zorunda kalmaktan nefret ediyorum ama ne yazık ki karşılıkları yok…Olan karşılıklar da kulağa komik geliyor. Bağışla beni Osman Ağabey !). Volede ise bizlere fevkalade zevk verdi. Zaten yaşı ve fiziği doğrultusunda puanları mümkün olduğu kadar riske ederek kısa tutma yolunu seçiyor. Londra İsviçre’liyi hep tatmin etmiştir. Üstelik maç programı WTA gibi bazı oyuncuları her gün, bazılarını  ise dinlendirerek saptanmıyor. Her oyuncu oynadığının ertesi günü serbest. Bu da başta Federer olmak üzere hepsinin tercih nedeni. Maçları izleyebileceğim kadarıyla sizlere yansıtmaya çalışacağım.

 

Londra iki gruptan oluşuyor. A grubu Nadal, Ferrer, Berdych  ve Wawrinka ; B grubu ise Djokovic, Del Potro, Federer ve Gasquet. Hani insan diyor ki “…bari Nadal’ı oynatmadan direk finale yazsaydınız!”

 

İlk gün Wawrinka Berdych’i 63, 67 ve 63’lük setlerle geçti.


Fransız Gasquet ise Del Potro’ya umulmadık derecede direndi ama sonunda sempatik dev 67, 63 ve 75’lik setlerle kazandı. Doğduğu yere ithaf edilerek “Tandil’in Kulesi” lakabı takılan Del Potro Londra’ya gelirken Paris tren garında soyuldu. Bir hayranına imza vermek için bavulunu yere koyuyor. Döndüğünde içinde pasaportu, parası ve en önemlisi gözü gibi baktığı Papa tarafından kutsanmış tesbihini içeren bavulu gitmişti ! Maçın üç saate kadar uzamasının altında Arjantin’linin moral bozukluğu da yatıyor.

 

Dün ise Nadal Ferrer’i “beni ayda yılda bile yenersen ardından seni perişan ederim” dercesine 1 saat 14 dakikada 63, 62’lik setlerle geçti.  İkinci sette bir ara durum 5-0 idi !

 

Djokovic bir hafta içerisinde karşısında formunun zirvesinde ikinci kez Federer’i buldu.64,67,62. İlk set neredyse sonuna kadar baş başa gitti. 4-4 iken İsviçreli kolay bir topu dışarı vurunca set koptu. İkinci set hakikaten görülmeye değerdi. Tenis hakikaten erkeklerde daha güzel. İsviçreli esasen daha kolay alabileceği seti hem uzattı hem zora soktu. Ama sonunda 70 küsur dakikada aldı (67). Set puanını kazandıktan sonra o epey bilinçli ama o derece soğuk İngiliz seyircisinin kendisine verdiği destek inanılmazdı. İş son sete uzadı. Daha baştan Djokovic hem servis kırıp hem de haşmetmeabları konsantrasyon zaafına uğrayıp basit hatalar silsilesine girince gerisi çok çabuk geldi : 62. Hoşcakalınız.