Tenisin Dünya Kupası “Davis Cup” Arjantin’in oldu. Güney Amerika’lılar 1981, 2006, 2008 ve 2011 finallerinde hep kaçırdıkları kupaya bu kez Hırvatistan deplasmanında sahip oldular. Hem de 2-1 geriden gelerek.

Sempatik Dev Del Potro’nun 2-0 geriden gelerek Cilic gibi dünya sıralamasında altıncı sırada bulunan bir yıldızı  3-2 devirmesinden sonra iş Delbonis ile bir diğer dev Ivo Karlovic’e kalmıştı. Delbonis’in şimdiye kadar sansasyonel bir başarısı yoktu. Karlovic ise dünyanın en iyi servis atan adamlarından biri olarak biliniyor ve 36 yaşında hâlâ ilk 20’lerde yer alabiliyordu.

Ancak Delbonis adeta Davis Kupası için yaratılmış bir takım oyuncusu olduğunu ortaya koydu. Sadece kortla, oyunla, kenardaki ekip üyeleriyle değil tribünlerdeki taraftarlarıyla da özdeşleşerek fevkalâde bir uyum ve ritim içerisinde devasa rakibini sahadan sildi desek yeridir (63, 64, 62 – 2’09”). Böylece Arjantin 3-2 kazanarak şampiyon oldu.

26 yaşında ve 41.sıradaki Federico Delbonis fiziğinden dolayı sağa sola koşmakta zorlanan Karlovic’i bol bol koşturdu ve ters ayakta bıraktı. Rakibi uzun boyuyla (2.11) fileye geldiğinde ayağının dibine vurarak onu çaresiz bıraktı ve bir sonraki vuruşla da puanları bitirdi. Kısacası nasıl oynanması gerekirse öyle oynadı. İzleyicileri de ona azami destek verdi. Arenanın yüzde 80’ini kaplayan Hırvatların bile sesi soluğu çıkmadı.

İşin özü tenisin yegane takım karşılaşması olan “Davis Kupası” finali bu yıl iki ekole şahit oldu. Sporun konkurhipikten sutopuna kadar, her ama her dalında, bir başarı hikayesi olan Arjantin ve Hırvatistan (İngiltere gibi tek bir adamın, İskoç Murray’in, sırtında değil) birer takım, birer ekip olarak buraya geldiler. Biri şampiyon olacaktı. O da Arjantin oldu. 

Her iki ekibi de alkışlarken bizim ülkemizde de spor yönetimi ile uğraşan insanların (günlük) balonlardan vazgeçip bir ekol yaratmanın önemli ve kalıcı olduğunu anlayabilmelerini diliyorum. 

Bu maçtan sonra tenis 16 Ocak 2017’de başlayacak Avustralya Açık öncesine kadar tatile giriyor. Bizim yazılar da beklenmedik bir gelişme olmadığı takdirde buna katılır düşüncesindeyim. 

Dünkü Hürriyet Pazar ekinde Ali Tufan Koç’un 95 yaşında bir bilge kadınla yaptığı fevkalade bir söyleşi var. Bakın ABD’li İris Apfel ne diyor : “…İnsanlar etiketlendirmelere, kategorilere, markalara bayılıyor. Düşünmeyi, eşelemeyi seven yok…Göz göze gelen yok ki birini gerçekten tanıma şansı olsun… ‘Sağduyu’ dediğin şey, zamanla ‘sağ’ kalmamış, çoktan ölmüş”.

Ben tüm toplumumuzun hala sağduyusunun kaldığına inanıyorum. Eminim bir yerlerde onu itinayla saklamışlardır. Yeni yıla gireceğimiz günler yaklaşırken onu sakladıkları yerden çıkarsınlar, öpüp koklasınlar ve onun kıymetini iyi bilsinler. Yaşam hepimize en büyük armağandır. Onu ne denli değerlendireceğimiz ise kendi tasarrufumuzdur. 

Hoş ve esen kalınız.