Yılın son Grand Slam turnuvası sonuçlandı. Turnuvaya damga vuran olay, adı bile anılmayacak iki tenisçinin final oynaması ve birinin şampiyonluğu değil, Serena Williams'ın bunların birine yenilmesiydi.

 

Erkekler finaline her iki yıldız da fazla zorlanmadan geldiler. Hele Federer kimseye tek set bile vermeden adeta güle oynaya. Vatandaşı Wawrinka'yı bile yarı finalde üç sette geçti. Djokovic ise yakın dostu, geçen yılın şampiyonu Cilic'i on beşinci maçlarında da saf dışı bıraktı.


Yağmur nedeniyle üç saat gecikmeli başlayan mücadele, şimdiye kadar izlemiş olduğum ve belki de tarihin en agresif Federer'i ile olağanüstü bir savunma örneği gösteren ve inanılmaz bir dinginlik içerisindeki Djokovic'i sahneye çıkardı. Federer yaşı itibarıyla puanları çabuk oynamayı tercih ediyor dolayısıyla voleyle daha atak. Diğeri de zamana gereksinimi olan, oyunu kurmayı seven bir oyuncu. İkisi de kendi taktiklerini ortaya koymaya çalıştılar.


İzleyicilerin neredeyse tümü İsviçreli'nin taraftarıydı. Ama Djokovic hepsine sanki "ne yaparsanız yapın ben buradayım ve bu maçı bırakmayacağım" diyordu. Sürekli üzerine gelen rakibine öyle bir maç oynadı, öyle bir savunma yaptı ki hataya sürükledi. İşin özünde Djokovic kontrolü hiç elden bırakmadı. Yitirdiği sette bile durum bunu andırıyordu. Adeta "ancak hatalarımla kazanırsın... Yoksa bu maç benimdir" mesajını veriyordu.

 

Federer setleri eşitledikten sonra en kritik olabilecek üçüncü sette birbirlerini çok erken kırdılar (2-2)... Hem de beklenmedik basit hatalarla. Sonra İsviçreli servisleri önde karşılamaya kalktı ama Sırp pabuç bırakmadı. İkinci servisini de bazuka gibi attı ve yine eşitledi (3-3). Biri kaçıyor öbürü ensesinden ayrılmıyor görüntüsü çıktı ortaya (4-4). İsviçreli 5-4 yapacakken, atlet-kompleliğin en mükemmel örneğini gösteren rakibine 40-15'ten oyunu verince durum tersine döndü. Ama bu kez tazı Sırp'tı ve kaçtı (6-4).

 

Dördüncü sette Djokovic rakibinin servisini erkenden kırdı. Sonra 4-2'de bir daha kırdı ve skoru 5-2 yaptı. Artık bitti derken Haşmetmeabları geri geldi (5-4). Ama yetmedi ve Djokovic bu kez servisini aldı ve maçın sonunu (son oyunda 15-40 geri düşmesine rağmen) itidalini bozmadan getirdi (6-4). 


Tenis Tarihinin gelmiş geçmiş şüphesiz en büyüğü unvanını (GOAT – Greatest of All Times) çoktan hak etmiş olan Federer, 34 yaşında eline gelen bu olanağı yitirmemenin verdiği stres nedeniyle olsa çok gergin bir görüntü çizdi tüm maç boyunca. Kötü mü oynadı ? Hayır. Belki de kariyerinin en iyi maçlarından birini oynadı. Backhand'i bile pes etmedi. Tek bir nedeni vardı yenilmesinin... Rakibi daha iyiydi.


Burada sabaha karşı izlediklerim bu adamların neden mesleklerinin doruğunda oluğunun en belirgin göstergesiydi. Zaten maçın skoru da tüm bu yazdıklarımın şahidiydi (6-4, 5-7, 6-4, 6-4). Eva Asderaki-Moore ise ABD Açık finalini yöneten ilk kadın olarak bir başka tarih yazdı.


Buradaki bir başka güzel haber de Amerikan tenisinin gelecek için kadınlardan sonra erkeklerde de gelişim göstermesiydi. Gençler turnuvasında iki ABD'li genç final oynadı. Taylor Fritz ve Tommy Paul. 18 yaşındaki bu gençlerin finale gelirken attıkları servislerde 230 km/saat sürat kaydedildi! Sonunda Fritz rakibini 6-2, 6-7, 6-2 ile yenerek şampiyon oldu. ABD’li gençler bu yıl dört slam turnuvasının üçünde mutlu sona eriştiler.

Umarım diğerleri gibi gençlerdeki başarılarını profesyonel olunca mumla aratmazlar. Zira Isner hariç diğerleri çoğunlukla ilk turlarda turnuvalara veda ediyorlar. Geçmişte burada şampiyon olmuş Richard Gasquet (2002), Jo-Wilfried Tsonga (2003), Andy Murray (2004), ve Grigor Dimitrov (2008) gibi profesyoneller inşallah onlara örnek olur.

Genç kızlarda da bir ABD'li finalde. Üstelik o henüz 16 yaşında: Sonya Kenin. Finalde karşısına bir Macar, Dalma Galfi ile yüzleşti. Galfi maçı (7-5, 6-4) kazanarak bugün itibarıyla ITF Gençler sıralamasında dünyanın 1 numaralı raketi olacak. Yani ABD tenisinde haberler iyi. Gönlüm aynı tür haberleri bizim raketler için yapabilmeyi ne denli arzuluyor bir bilseniz!

Bu yıl gerek Wimbledon ve bilhassa Amerika Açık bana tenisin güzelliğini bir kez daha kanıtladı. İnsanın güzeli gibi... Bakmaya doyamıyorsunuz! Şimdi döndük ülkemize. Peşpeşe "ATP Challenger" serisi turnuvalar izleyeceğiz. Bu hafta Tarabya'da TED'de American Express İstanbul Challenger başlıyor. Onu Folkart İzmir Cup izliyor. Son Challenger ise Ağrı'da oynanacak. İlginç oyuncular var katılım listesinde. Örneğin bu yıl oynanan Grand Slam turnuvalarının dördünde de eleme turunu kazanıp ana tabloya çıkabilmiş bir genç adam var. Geçmişini arayan İsveç tenisinin yeni ümidi "Elias Ymer". Umarım turnuvalara bir çeşni katacaktır.

Davis Kupası ile de çakıştığı için çekilen oyuncuların maalesef fazla olduğu İstanbul turnuvasının 2 numaralı raketi pozisyonuna gelen Marsel İlhan, ümit ediyorum artık kendi kulübünde hiç olmazsa bir finale kalacaktır. Wildcard ile davetli olarak turnuvaya gelen TED'in eski oyuncusu tecrübeli Sergiy Stakhovsky, fikstürün bir numarası olarak ona pek zorlu bir rakip olacaktır.

Hoş ve huzurlu kalın.