Fransa Açık, Roland Garros’ta 14.şampiyonluğuna ulaşan Rafael Nadal’ı önceki yazılarımda “bilge” olarak betimlemiştim. Aşağıda onunla ilgili CNN’den John Blake  tarafından yazılan bir makalenin çevirisini bulacaksınız. Neden onu böyle sıfatlandırdığımın kanıtıdır. Uzun bir yazı ama bu adamın içdünyasını pek güzel ortaya koyuyor. Umarım sıkılmazsınız !
Dünya çapındaki bu atlet Aristo gibi konuşup, Konfüçyüs gibi davranıyor!

Sporun bir karakter göstergesi olduğu söylenir. Ama dünya ve yaşam görüşünün de göstergesidir. Felsefenizin göstergesidir. Bunun da başlıca örneklerinden biri de Rafael Nadal’dır. O, sadece korttaki bir gladyatör değildir – aynı zamanda yürekten bir filozoftur.
Tenis kariyerinde, 22 grand-slam şampiyonluğu ve 14 Fransa Açık şampiyonluğu vardır. Müthiş top-spin forehand’i, çılgınca gücü ve bitmeyen hırsı ve enerjisi ile bu sporda bir devrim yaratmıştır. Tartışmasız tüm zamanların en büyük tenisçisidir.

Ama onu diğerlerinden ve bilhassa rakiplerinden ayıran başlıca  özelliği düşünce yapısıdır. Fiziksel acıya dayanıklılığı, devasa sakatlıkları aşabilmesi, maçlarda yaşadığı problemleri çözümleyebilmesi onun yüceliğinin göstergeleridir. Davranış tarzı da aynıdır…Kazansa da kaybetse de rekabetten gözle görülür bir zevk almaktadır.
Tenise ve yaşama karşı nadir bir yaklaşımı vardır. Bir spor yazarı bunu “bir mütevazilik, empati ve derinlik modeli” olarak açıklamıştır. Nadal, Aristo, Konfüçyüs ve Stoacıların erdem ve öğretilerini taşımaktadır…Tenis oynamasanız da onlardan yararlanabilirsiniz!

1) Ders: Acılarınızı, dertlerinizi kucaklayın.
Zamanlama: Senenin ilk yarısında kaburgalarındaki bir stres-kırığı nedeniyle sahalara ancak Madrid Açık'ta dönebildi. Kırığı yaşadığı turnuvada rakibi Goffin, 3 maç-topu atmasına rağmen, Nadal 3 küsur saatte mücadeleyi kazandı. Ardından verdiği beyanat şöyleydi: “Çoğu kez belirtmiş olduğum gibi böyle durumlarla başa çıkmayı öğrenmeli ve çektiğimiz ızdıraptan da  zevk almasını öğrenmeliyiz. Bunun için çalışıyoruz zaten…Heyecan verici anlar için !”

Açıklaması: Nadal varsıl bir ailede dünyaya geldi. Güney İspanya açıklarında bir tatil adası olan Mayorka’da. Profesyonel tenise girebilmek için genel yöntem olan banliyölerdeki ucuz otellerde konaklamadı…Ücra kulüplerdeki turnuvalara katılmadı. Genç yeteneklerin zorluklarını yaşamadı. Hal böyleyken, gariptir ki Nadal kadar özveri ve acıyla özdeşleşmiş ikinci bir atlet yoktur. Tüm kariyeri boyunca acıyla debelleşti…Tenis tarihinin en zorlu maçlarında mücadele edip dayanıklılığın mutlak bir gereksinim olduğu toprak korttlarda üstünlüğünü kanıtladı. Acıyla adeta oynaştığını çoğu söyleyişinde tekrarlar.  
Bir çok felsefi öğreti ızdırap ve acının erdemli bir karakterin gelişmesinde önemli rol oynadığını ortaya koymaktadır. Acı çekmenin ahlaki değerlerin yücelmesinde de etkili olduğunu da Aristo ve diğer filozoflar öğretilerinde kullanmışlardır.

Penn State Üniversitesi Kinesioloji ve Felsefe Yrd. Profesörü Francisco Javier Lopez “…sporcular için sonuna kadar savaşılmış bir zafer, kolay kazanılmış bir maçtan daima daha değerlidir. İşte bunun için atletlerin yaşamında acının, ızdırabın önemini irdeleyen filozoflar için Nadal fevkalade bir vaka çalışmasıdır.”

2) Ders : Alışkanlıkların Önemi!
Zamanlama: Nadal’ın 2015 Avustralya Açık’taki bir maçı esnasında beklenmedik bir şey oldu. Sandalyesinin yanına santimi santimine yerleştirdiği su şişeleri devrildi. Top-toplayıcı çocuklardan biri şimşek gibi yetişti ve titizlikle özgün şekilde (yani etiketleri korta dönük) yerlerine koydu.  Durumun farkına varan Nadal izleyicilerle birlikte gülmeye başladı…Şişelerle ilgili rutin onun çok bilinen tiklerinden biriydi. Bu durum bir gazetede “Nadal’ın Garip Alışkanlıkları” diye 19 maddelik bir makale olmuştu. İçerikte sahaya çıkarken daima elinde bir raket tutması, saha değiştirirken daima rakibinin geçmesini beklemesi ve servis esnasında orası burasıyla oynaması vardı!

Bazıları onun bu takıntılarıyla alay ederek “obsesif kompulsif” yani “iradesizce takıntılı” olarak betimliyor. Ama o yaptığı çoğu şeyde olduğu gibi bunun altında da bir amaç olduğunu söylüyor. “Ben ayaklarımın dibine sola doğru iki şişeyi birbirinin ardına uyumla yerleştiririm. Bazıları buna “batıl inanç” diyor. Yanlıştır. Öyle olsa, galip ya da mağlup aynı durumu tekrarlamazdım. Bu kendimi maça hazırlamamla ilgili…Maça göre oyunumu planlıyorsam, oyuna göre de çevremi hazırlıyorum.

Açıklaması: Çin’in yüce bilgesi Konfüçyüs, herhalde Nadal’ı kutlardı. 5.yüzyılda yaşamış bu adam güzel bir yaşam sürdürmek için alışkanlıkların önemini ve geliştirilmesini vurgulardı. Örneğin oturmadan hep döşeğini düzeltir, yemek yerken de hiçbir zaman ders vermezdi. Minik alışkanlıkların iyi bir karakter oluşturduğunu söylerdi. Nadal’da ise bu minik alışkanlıklar onun stres dolu anlarda sakin kalmasına önayak oluyor. Başkaları için aynı alışkanlıklar normal yaşamlarında geçerli olabilir.

Konfüçyüs’e göre alışkanlıklar değişkendir. Anlığına başka biri olmamızı sağlayıp normal yaşantımıza değişik dönmemizi sağlayan alternatif bir gerçek oluştururlar.” (Michael Puett ve Christine Gross-Loh “Çinli Filozofların Güzel Yaşam Öğretileri”.)

“Konfüçyüs sadece titiz olduğu için döşeğini düzeltmiyordu” diye sürüyordu yazıları: “Döşek düzeltmek gibi davranışların insanların yaşantılarını derinden etkilediğini algılamıştı. Bunu günlük yaşamımızda yemek masamızı kurmak için yaptıklarımızla özdeşleştirebiliriz: Çatalımızı, bıçağımızı, peçetemizi  yerleştirmek, bir mum yakmak gibi hareketler bizim ve birlikte olduklarımızın, rutin günlük yaşantımızdan çıkıp alternatif bir gerçeğe adım atabilmesini sağlar.”

3) Ders: Alçakgönüllü olun!
Zamanlama: 2010 ABD Açık’ta 24 yaşındaki Nadal şampiyon olurken 4 Grand-Slam’i de kazanan en genç raketler arasına giriyordu. Maç sonrası kendisini en büyük rakibi Federer’den üstün görüp görmediği sorulduğunda böyle söylemleri aptalca bulduğunu zira Federer’in üstünlüğünün aşikâr olduğunu söyledi. 

Bazı sporcular ünlerini özgüvenleri üzerine inşa ederler. Muhammed Ali “en büyük” olduğunu beyan ederdi. Michael Jordan ise birebir mücadeledeki üstünlüğünü hep tekrarlardı. Nadal’ın üstünlüğünü ise tek bir kelimeyle ifade etmek istersek bunun adı “tevazu-alçakgönüllülük” olurdu. Tüm kariyerinin teması budur.

O başarıları hakkında konuşmayı pek sevmez, rakiplerini eleştirmez, umumi nakil vasıtalarını kullanır ve seyahat ederken maiyet taşımaz. Maç sonlarında arta kalıp imza verir. Boşuna ona 4 yıl üst üste Stefan Edberg sportmenlik ödülünü vermediler.

“İnsanlar bu tevazu işini bazen abartıyorlar” demişti bir basın toplantısında. “Bu sadece kim olduğunuzun, nerede olduğunuzun ve siz olmadan da dünyanın aynı şekilde döneceğinin bilincinde olmanızla ilgili.” 

Açıklaması: Tevazunun önemi  Aristo ve Aquinas gibi Hristiyan düşünürlere kadar sürdürülebilir diyor Frias. Ölçülülük sergileyenler genellikle iştahlarının hareketlerini denetlemesini önleyenlerdir. Aristo gibi Aquinas ta tevazu ile kapasitemizin sınırlarına uygun olanı arzulamamızı, Tanrı’nın bize koyduğu sınırları kabullenmemizle birbirine bağlıyor. 
“Tevazu ile çilecilik el eledir. Çileciler kendilerini arzularını, iştahlarını denetleyerek ve gerçekten önemli olanlar üzerine yoğunlaşarak disipline ederler. Nadal tevazusuyla ahlaki karakterinin çileci yanını pekiştiriyor.”
4) Ders.: Kontrol edemediklerinizden endişelenmeyin!
Zamanlama: Nadal ile Federer arasındaki 2008 Wimbledon finali çoğunlukla tarihin en iyi maçı olarak bilinir. Maçta her şey vardı: Olağanüstü vuruşlar, yağmur araları ve Wimbledon’un Merkez Kortunda batan güneşle birlikte fevkalade dramatik bir son !

Bu Nadal’ın neredeyse yitireceği bir maçtı. 2-0 geride olan Federer’in fırtına gibi dönüp setleri eşitlemesiyle herkes Nadal’ın moralman çökeceğini sandı. Ama bir ara onun koçu ve amcası Toni’ye seslenişini pek fazla insan duymadı: “Rahatla…Bu maçı kaybetmeyeceğim. Federer belki kazanır ama kaybeden ben olmayacağım.”
Açıklaması: Nadal’ın alıntısı Stoacılığın bilgeliğini ortaya koyuyor. (Stoacılık: Antik Yunan’da doğmuş bir felsefi akım. Kendine hakim olmayı, erdemi ve kontrol edemediklerimize karşı kayıtsızlığı sarmalar.)

Nadal’ın kariyerindeki iniş-çıkışlara ve elde ettiği üne yaklaşımı hep stoacı olmuştur. Bu belki de rakiplerinin fevkinde bir mücadele sergilemesinin nedenidir…Çoğu rakibi emekli olmuşken sahada kalmasıdır. Kendisini çok zorladığından 30’unu aşmadan emekli olacağını ifade edenlere hep meydan okuyabilmesidir.
Frias’a göre Nadal’ın maçlarına yaklaşımı da stoacıdır. Maçın gidişatını, sonucunu kontrol edemeyeceğini algılamıştır. Bu sonucun şansa, rakibinin performansına ve sair birçok değişkene bağlı olduğunun bilincindedir. “Kendi performansı bile tümüyle elinde değildir. Sakatlanabilir ya da rakibinin üstün performansı onu yokedebilir. Ama bunların dışında iki faktörün kontrolü elindedir: Özverisi ve çabası(eforu).”

Nadal’ın felsefesi rakibini de nasıl algıladığını yansıtır: “Birlikte mükemmelliğe yönelik bir seferdir…Bir müsabakanın sadece tek bir kazananı olmaz. Orada var olan herkes yararını görür.” Maç sonlarında rakiplerini yücelttiğine ve onlarla mücadele etmekten duyduğu tatmini az mı işittik? Yenildiğinde bile!
Zaman Makinası bir gün gelecek herkesi öğütecektir. Roland Garros ya da diğer grand-slam turnuvalarda her zaman onu tehdit eden gençler olacaktır. Ne olursa olsun tek bir sonuç kesindir…Kazansın ya da yitirsin Nadal’ın tepkisi sadece bir sporcu gibi değil, bir feylesof gibi olacaktır. Tevazu dolu, ölçülü ve mükemmelliği arayan bireylerin çilekeşliğiyle…

Yazar: John Blake - CNN
Çeviren: Bekir Emre