Bu özdeyişimizin anlamı şöyledir: Birlikte yaşamanın temel koşulu uyumlu olmaktır. Gereksiz yere yanlışta inatlaşmanın sürtüşmenin yararı yoktur... Doğruya doğru demeyi bilmek gerekir.

Yılın ilk Grand Slam’i “Avustralya Açık” günahları ve sevaplarıyla bitti. Umarım ardından “keşke yapılmasaydı” denmez. Covid çözümlenemedi henüz. Ortalıkta bilinmezlerle dolu. Hele artçıları muamma. Turnuvanın ortasındaki ani 5 günlük kapanma da, bunun korkusundan zaten.

Avustralya’da erkeklerde 43, kadınlarda ise 35 ülkeden tenisçi vardı. Aralarında keşke bir Türk olsaydı. İşte başlığımı seçerken amacım buna değinmekti. Acaba yapılanlar yanlış olmasın? Hadi Avustralya’yı bırakalım kendi ülkemize dönelim. Yıllardır diyoruz ki, siz Akdeniz’de 52 hafta turnuva yapın. Onlarda oynayacak oyuncunuz yoksa bu elin adamından başkasına yaramaz ki! Oynattığınız kaç oyuncunuz bunlara hak edip giriyor? Kaçı ise “organizatör hakkı” ya da “wild card” ya da “fikstürün boşluğundan” yararlanıp giriyor? Sürekli iletiler geliyor, “Başarı Hikayemiz" vs. Yahu bir kez, ne olur bir kez de ikinci turu geçen bir oyuncunun başarı hikayesini iletin!

Devam ediyorum, bir istatistik yaparsanız Akdeniz sahilinde yapılan onca turnuvada kaç oyuncumuzun ilk turu geçip kürsüye kadar geldiğini görüyoruz? Tabii fikstürün vatandaşlarımızla dolu olmadığı ve herkesin bileğinin hakkıyla girdiği turnuvalardan bahsediyorum.

Tüm ülkeye tenisi yayacağız diye her yere kulüp kurulabilir. Ama ortada ya bir sistem yok ya da yanlış ki ki tek bir şampiyon çıkaramamışız. Bırakın şampiyonu tek bir “yıldız” bile yetişmemiş? Böyle bir mantalite çökmeye mahkumdur. Böyle bir mantalitenin tesisleri çürümeye mahkumdur. Siz varolan tesislere destek vereceğinize, dara düşmüş yılların kulüplerine payanda olacak ve onları paraya değil uluslararası başarıya odaklı bir sisteme zorlayacağınıza yeni kulüp kurma peşinde olursanız, zamanla tümü çöker. Doğruyu göremiyor musunuz?

Buna daha önceki yazılarımdan birinde değinmiştim. Ama yine de yazacağım ve ilgililerin aklına girene kadar da tekrarlayacağım! Bizim organize ettiğimiz turnuvaların belki hepsi (ya da hadi insaflı davranalım!) müthiş bir çoğunluğu, hele başta Akdeniz yöresindekiler olmak üzere, otellere yarıyor. Bu yıl maalesef en kötü sezonlarını yaşayan tesisler, tenis turnuvaları sayesinde günü kurtardı. Tabii bunun başlıca yararı hiç olmazsa Akdeniz yöresindeki tesislerimizin, ve onların “hep bana hep bana” mantalitesindeki bazı yöneticilerinin tenis sayesinde (bilhassa sezon dışı takvimlerde) otellerini nasıl doldurabileceklerini görmüş olmalarıdır. Yıllardır bıkmadan usanmadan diyoruz ki sadece Antalya’daki kent otelleri yılda 1.000’er Euro verseler (haftada 20 Euro) bu şaheser kentimizde, kışları, tüm dünyada ses getirecek devasa tenis turnuvalarından biri yapılabilir. Avrupanın “Indian Wells”i oluruz. Kışın yöreye tıka basa turist akar. Tüm dünya medyası da bizi konuşur.

Buna başvurmak için tam zamanı. ATP’nin programı zaten sorunlu. Turnuva yapacak yer arıyorlar fellik fellik. Geçtiğimiz aylarda İstanbul ve Antalya’ya verdikleri turnuvalar kendi açıklarını kapatmak içindir… Bizim ela gözümüz için değil… Boşuna kucak dolusu para göndermediler turnuvalara. Bizimkilerin alçak gönüllülükleri (!) tutmasa daha da alabilirlerdi. Turnuvaların kremasını ise çölün emirlikleri yedi.

Sistemsel yanlışlar her yerde olabilir. Koca ABD tenisi yıllardır kaynağı olan kolejleri soyutlamaya kalkınca resmen çöktü. Üstelik her iki sekste de! Ama bu yanlıştan döndüler ve yeniden kurguladıkları sistem üzerinde sabırla çalıştılar. Semeresini de öncelikle kadınlarda görmeye başladılar. Melbourne’da Brady finalist, Pegula çeyrek finalist ve Serena da yarı finalist oldu. Bir tur öncesinde elenen bir de Rogers vardı. Erkeklerde ise hala sıfırlar… Gelen gideni aratıyor.

Bana biri sorsa Avustralya’da kim başarılı oldu diye sorsa ilk sıraya organizasyonu yazarım. Global bir kaosun ortasında adeta mucize yarattılar. 80 milyon dolarlık rezervlerini tüketmişler. İçine girdikleri mali açmazı gidermek için yıllar gerekecek diyorlar. Başlattılar, sürdürdüler ve bitirdiler. Çatlak sesler olmadı mı? Eh o kadar çatlak su kaçırmaz derler! Craig Tiley ve ekibi en büyük alkışa layık. “Yaptığımız yatırıma ve hükümetin desteğine geri dönüş muazzam olacaktır. Çünkü biz tüm dünyanın içerisinde bulunduğu zorluklar esnasında global bir mesaj vermiş olduk. Tüm gözler Melbourne üzerindeydi ve bizler bu işin üstesinde geldik.”

Başarıdan sözederken Eurosport’u es geçmeyelim. Elverdiğince çok maç yayınladılar. Seçilenler genellikle doğruydu. Yayında verilen istatistikler kısa ve netti… Milleti boğmadılar. Ben 3 değişik kanaldan izledim. Diğer kanalların (genellikle ABD’li sporculara yönelik) artık amigoluğa varan yorumlarıyla karşılaştırıldığında Eurosport’un varlığına dua edersiniz. Amma velakin, Eurosport’un ekrana getirdiği seçmece güzellikteki reklamlardan sonra şimdilerde bir sigorta şirketinin (bisiklet yarışını içeren) reklamı kadar beterine hiç rastlamamıştım. Şirketin yöneticisi sporcusunu destekleyecek güya… Böğürüyor mu uluyor mu yoksa ikisini birden mi yapmaya çalışıyor! Hani reklamın kötüsü olmaz derler ya. Bu gerçekten kötü. Üstelik adamın ünvanı da altyazıyla geçiyor… Pes!

Kadınlarda 4 isim birden sayarım. Osaka, Brady, Pegula ve Muchova. Osaka tabii şampiyon olduğu ve 23 yaşında fevkalade olgun bir kişilik sergilediği için. Diğerlerinin ise yendikleri isimlere bakın ne demek istediğimi anlarsınız: Pegula, Azarenka ile başlamış, ardından Stosur, Mladenovic ve Svitolina’yı yenmiş… Brady’ye ucundan yenilmiş. Muchova ise Ostapenko, Barthel, Karolina Pliskova, Mertens ve dünya 1 numarası ev sahibi Barty’yi yenip sonunda o da Brady’ye yenilmiş. Brady’den ise artık bahsetmesem de olur herhalde!

Erkeklerde ise başarı hanesinde, bence sadece Djokovic var. Bu adam bana göre gittikçe sevimsizleşmekle beraber onun tenis dünyasının en iyi atleti olduğunu inkâr edemem. Adam kortta resmen uzuyor. Bugün itibarıyla yegane rakibi, o da sadece toprak sahada, Nadal’dır. Anlayamadığım şey ise kortta rakiplerine total bir üstünlük sağlayabilen birinin neden sakatlık bahanesiyle gündem oluşturmaya gereksinim duyması? İlk fırsatta bir spor psikologuna soracağım. Ona beş sette yenilen Fritz bile maçtan sonra “bu tür bir sakatlığı olan biri nasıl bu denli iyi oynayabiliyor” demiş! “Yalancı Çoban” hikayesini anımsarsınız sanırım… Ama aynı adam “ben beynimle suyu arıtırım” diyebildiğine göre fazla sorgulayıp kendimizi yormayalım!

Avustralya’da gördük ki gençlerin ağır abileri alaşağı etmeleri hala çok zor. Onları 3 setlik turnuvalarda yenebiliyorlar ama 5 setlik Grand Slam’lerde üstünlük sağlayacak sürekliliğe, sabra ve tecrübeye hala sahip değiller.

Tenis adeta yaşam gibi. Kimseyi göklere çıkarmayacaksınız… Fazla gaz kaldırmıyor. Sadece bu turnuvada bakınız Medvedev’e, Serena’ya, Halep’e. Nadal, Tsitsipas ya da Dimitrov’a bakın! Göklere çıkarılırken aniden biri gelip alaşağı ediveriyor!

Sizlere esenlik dolu bir bahar dilerim. Hoşkalınız, ama bu iğrenç salgından SAKINMAYI adeta “bir mıh gibi aklınızda tutunuz”.

Bu yazı Tenis Dünyası dergisinin 105. sayısında yayımlanmıştır.