Profesyonel tenis nihayet sahaya iniyor. Evet sevgili okuyucular ve sporseverler, tenis sporunun başlıca mihenk taşlarından Avustralya Açık başlıyor. Üstelik bu iğrenç salgına rağmen. Ben buna insanlığın kendiyle savaşı diyorum. Zira bu pisliğin çıkışına yol açan da insanlık, şimdi onu alt etmeye çalışan da. “Tanrı yardımcımız olsun” filan diyoruz sürekli ama o Yüce’den yardım istemeden önce keşke yaşadığımız şu dünyaya biraz saygı duyabilsek! Ama bilhassa ülkemizde de bu gidişle “Tanrı’dan başka bize yardımcı olabilecek bir varlık yok galiba” ! Covid geçirdim…İnanın bu pisliği alt etmek için başlıca güç kendinizsiniz. Başka bir izahı yok bunun.

Avustralya Açık, Covid-19 pandemisi dolayısıyla 18 Ocak tarihinden 8 Şubat’a ertelenmişti. Avrupa ve Amerika’dan katılacak oyuncular, Los Angeles, Abudabi, Doha ve Dubai’den kalkan charter uçuşlarla Melbourne’e taşındı. Avustralya hükümeti tüm gelenlere minimum 14 günlük karantina uyguladı. Bu şekilde oyuncuları otellere kapadılar. Zaten gelen uçuşlarda birkaç “pozitif” yolcu çıkınca iş daha da katılaştı. Oyunculara otelde odadan çıkıp  kat koridorlarında koşu yaptıkları için bile ceza kesildi. 
Ancak işin üzücü yanı Djokovic, Nadal, Thiem, Osaka, Serena ve Halep gibi oyuncular komşu Adelaide kentinde balkonlu odalarda, özel fitness salonlarına sahip ultra lüks bir otelde konaklarken sade vatandaş oyuncular Melbourne’da 30 metrekarelik odalarına kapanarak antrenman yapmak zorunda kaldılar. Bu konuda Djokovic kafaya çıkmaktan geri durmadı. Ama yöntemi yine yanlıştı. Yapılan ayrımcılığa dikkat çekmek yerine Melbourne’daki oyuncular için istemlerini buyurdu. Üstelik medyaya da bu istemlerini servis ederek. Bu kez ona Spor Bakanı tek bir kelimeyle yanıt verdi : “Olmaz!”

Nadal’ın yaklaşımı ise Sırp rakete bir ders gibiydi : “Başkaları için yaptıklarınızın medyaya ve umuma yansıtılmasını anlayamıyorum. Bir şey yapacaksanız sessizce yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum” .  Aynı konuda Tenis Dünyasının belki de en yetenekli ve en hınzır çocuğu Kyrgios’un Nole için yaptığı betimlemeyi ise nezaketen yazamayacağım!  

Avustralya Açık Direktörü Craig Tiley ise “Şampiyonlar arasına girmenin avantajıdır bu” dedi çıktı işin içinden. 
Ama bu vesileyle tenis oyuncularının pratik zekaları ortaya çıktı : şilteleriyle duvar tenisi oynayanlar, pencere camlarında sünger topla vole çalışanlar, bisikletlerinden dumbıl, somyelerinden surf tahtası (denge çalışması için) yapanlar gibi…
Grand-Slam tarihinde ilk kez hem erkeklerde hem kadınlarda eleme turları evsahibi ülke dışında yapıldı. Yine Arabistan yarımadasında. 
Peki diyeceksiniz ki bunca eziyet varken neden tüm oyuncular 14 saat yol tepiyor? Üstelik dünyanın dibinde ilk turda yenilip turnuva dışı kalmak varken! Yanıt çok basit: Para..

Unutmayın ki tenis oyuncuları neredeyse 1.5 yıldır gelirsiz. Hal böyleyken burada ilk turda yenilen bile 80.000 ABD Dolarına yakın para alıyor. Buna elemeden çıkanlar dahil.
Bu esnada Melbourne kentinin bağlı olduğu Victoria Eyaletinin spor bakanı turnuvanın normal günlerinde 30.000, son beş gününde ise 25’er bin izleyicinin alınacağını duyurdu. Bu da belki bir taze nefes. Zira izleyicisiz en basit spor karşılaşması bile tatsız bir yemeğe benziyor. Seyircisiz tenis ise tam pespayelik.

Bu arada ATP bize de birkaç turnuva sığdırdı. İstanbul ve Antalya’da “Challenger” serisi turnuvalarla bir “ATP 250” yapıldı. Bilhassa Akdeniz’deki turnuvalara önemli oyuncular geldi. Geleceğin 1 numarası olarak gösterilen 21 yaşındaki Avustralyalı Alex de Minaur başta olmak üzere, İtalyan aygırı Fognini ve Belçikalı David Goffin bunların sadece üçü. Ama ne kimsenin haberi oldu, ne de kimse yayınladı. Ayaktopu diye anılması daha doğru olacak curuf içinde bir futbolumuz varken tenisten kim haber yapar!

Ama hiç olmazsa Akdeniz yöresindeki tesislerimiz tenis sayesinde sezon dışı takvimlerde otellerini nasıl doldurabileceklerini görmüş oldular. Yahu yılardır diyoruz ki sadece Antalya yöresindeki oteller 1.000’er Euro verseler bu şaheser kentimizde, kışları, Avrupanın en büyük tenis turnuvası yapılabilir. Avrupa'nın “Indian Wells”i oluruz. 
Biz garip bir ülkeyiz. Yöneticilerimiz lafta hep “vatan millet Sakarya” söylemlerinde. Ama işin özünde, çoğu şeyi egolarını cilalamak amacıyla nalıncı keseri gibi kendilerine yontuyorlar. Bu yöneticiler, salgın nedeniyle sayıları binlere varan sağlıkçı ve öğretmen gibi fedakâr insanlar perişanken, inanılmaz rakamlara futbolcu transfer ediyorlar. Yeter ki üç-beş  vandal onlara tezahürat yapsın. Yahu bu paraların yarısına öğretmenlerin eksik maaşları ödenir. Futbolun beşiğinde haftada 350.000 sterlin kazanırken, curuf içerisinde bir lige herhalde ela gözümüz için gelmiyor elin adamları? Öte yandan bir başka kulübümüz, 18 yaşındaki bir oyuncuları dünyanın en prestijli liglerinden Almanya’ya transfer olunca, onur duyup, onu geleceğine iyi dileklerle uğurlayacaklarına, kadro dışı bıraktı. Ardından aldığımız habere göre aynı kulüpten sekizi futbolcu, 11 kişiye Covid-19 teşhisi konmuş. Belki haftaya sahaya çıkamayacaklar. Böylesi bir yöneticilik artık herhalde bir “Oscar” alır.  

Keza Türkiye Tenis Federasyonu'nun yöneticilerine bakarsanız tenisimizin çıtası da yıllardır sürekli yükseliyor! Avustralya Açık’ta erkeklerde 43, kadınlarda ise 35 ülkeden tenisçi bulunuyor. Aralarında tek Türk tenisçisi bile yok. Bir tenisçinin ortaya çıkması için en az yedi yıllık bir yatırım gerektiği ifade ediliyor. Bizdeki ne yatırımmış ki  kaç yedi yıl geçti hala bir grand-slam turnuvasında (anlık 1-2 sürpriz hariç) bayrağımızı taşıyan kimse göremiyoruz.  Acaba yapılan yatırım yukarıda söz konusu ettiğim idareciler gibi yanlış olmasın!
Sağlıcakla kalın ve aman iyi sakının…