Wimbledon’da ilk haftayı geride bıraktık, heyecanın ve tenis kalitesinin zirve yapmasını umduğumuz final haftası bugün itibariyle başlıyor. Pandemi özellikle aşılanma ile yavaşlama sürecine girse bile hala tenisi olumsuz etkilemeye devam ediyor. Zor ve sıkışık takvimde geçen 2020 yılının ardından Avustralya Açık’taki iki haftalık karantina dönemi, Roland Garros’nun geç başlaması ve bu sefer Wimbledon’da oyuncuların toprak-çim adaptasyonunun zorlaşması gibi olumsuzluklar aslında arka planda hala virüs etkisinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Örneğin Rafael Nadal toprak-çim adaptasyonunu layıkıyla yapamayacağını düşündüğü için Londra’ya gelmemeyi tercih etti. Yeni çıkan ve orijinal virüsten çok daha bulaşıcı olan Delta varyantının en yaygın olduğu ülkelerden biri İngiltere, pek çok ülke yeni varyanttan dolayı bu yaz İngiliz turistlerle ilgili nasıl bir uygulama yapacağını bilmiyor. Hal böyleyken Wimbledon’da dolu tribünlerde seyircilerin maskesiz maç seyretmesi bana biraz tuhaf geldi. Hepimizin iyiliği adına umarım İngiliz yetkililer ne yaptıklarını biliyorlardır.

Erkeklerde Nadal gibi Thiem de Londra’ya gelmedi, Tsitsipas ise ilk turda elendi. Zverev ve Medvedev’in dalgalı performansı, Federer’in ise genel durumu ile çok tedirgin bir ruh hali içinde bulunması açıkçası Djokovic’i tabloda biraz yalnız bıraktı. Kevin Anderson’ın ikinci tur maçından önce dediği gibi Djokovic maçları sahaya çıkmadan önce kazanıyor, son 16 tablosuna baktığımda Sırp oyuncudan üç set alabilecek ve öncelikle bu psikolojik üstünlüğü yıkabilecek bir oyuncu pek görünmüyor. Tabii ki dördüncü tur ve sonrasında güzel maçlar izleyeceğiz, örneğin Berrettini-Ivashka ve yarı finaldeki olası Shapovalov-Bautista Agut maçları çok keyifli geçmeye aday, ayrıca çeyrek finalde olası bir Federer-Medvedev maçı var ama bütün bunlar finale çok daha kolay bir yoldan gelecek olan Djokovic’in durumunu pek etkilemiyor, bir aksilik olmazsa Wimbledon’ı kazanacak olan Sırp tenisçi Ağustos’ta New York’a Golden Slam yapmak için gidecek.

Londra’da Paris Tarifesi
Kadınlarda ise yine Roland Garros yolundan devam ediyoruz. Halep ve Osaka turnuvaya katılmadı. Bencic, Andreescu, Serena Williams, Kvitova, Muguruza, Sakkari, Mertens gibi oyuncular devre dışı kalıp ikinci haftayı göremeyince Paris’ten sonra Londra’da da sürpriz bir sonuç alma ihtimali arttı. Bir arkadaşımla Wimbledon’dan iki gün önce muhtemel şampiyon adayları üzerine konuşuyorduk. Kendisine benim adaylarımdan birisinin Luidmila Samsonova olduğunu söylemiştim. Rus tenisçi şimdiye kadar beni yanıltmadı eğer heyecanını ve gücünü kontrol etmeyi başarabilirse çok daha ileri turları görebilir. Zaten son 16’da Samsonova ile beraber Sabalenka ve Rybakina’dan oluşan üçlü bir güce ve tempoya dayalı bir Rus ekolü grubu var. Sabalenka-Rybakina eşleşmesi ile bu gruptan biri dışarıda kalacak. Swiatek-Jabeur maçında ise Jabeur’un turdaki her oyuncuya ters gelebilecek stili geçen seneki Avustralya Açık’tan sonra Tunuslu oyuncuya ikinci majör çeyrek finalini getirdi.

İspanyol Paula Badosa da, bu seneki İstanbul şampiyonumuz Rumen Sorana Cirstea gibi altın yıllarından birini yaşıyor. Paris’te çeyrek final gören İspanyol oyuncu, Wimbledon’da da çeyrek finalin eşiğine geldi ancak turun en kompakt tenisini oynayan oyuncularından biri olan Karolina Muchova'ya mağlup oldu. Ashleigh Barty – Krejcikova maçı ise ilginç eşleşmelerden birisi, Roland Garros şampiyonu Krejcikova kazanmaya devam ederek ve 10 maçtır süren bir majör turnuva galibiyet serisi yakaladı ancak bu karşılaşmayı kazanacn Ash Barty'nin yarı finale yükselirken zorlanmayacağını düşünüyorum.

Angelique Kerber bu sene Wimbledon’da 2018’den bu yana en sağlam majör turnuva performansını sergiliyor. Üç sene sonraki ilk WTA şampiyonluğunu Hamburg’ta kazanarak Londra’ya gelen Kerber’in özellikle ikinci turda Sorribes Tormo ile oynadığı maçtaki oyunu olağanüstüydü, üç saatten uzun süren karşılaşma da açık ara turnuvanın en iyi maçıydı. Tüm maçlarını çok farklı bir momentumla oynayan Alman oyuncu, kariyerinin sonlarına doğru ikinci Wimbledon şampiyonluğunu çok isteyecektir.

İlk haftanın bir diğer dikkat çeken oyuncusu ise Emma Raducanu oldu. 18 yaşındaki İngiliz tenisçi Wimbledon’a kadar kariyerinde hiç ilk 100 oyuncusu ile oynamamıştı ama Londra’da dördüncü tura yükselerek yılın en büyük sürprizlerden birini gerçekleştirdi. İngilizler dünyanın en önemli tenis turnuvasına sahipler ama yıldız tenisçi çıkartma konusunda adanın performansı pek iyi değil. Dolayısıyla herhangi bir yıldız emaresi gördükleri anda da o oyuncuyla ilgili yoğun beklenti içine giriyorlar. Sadece teniste değil, tüm sporlarda ülkenin karakteri genelde bu şekilde, bu tarafları ile bize de biraz benziyorlar.

Ancak Raducanu bu ilgiyi fazlasıyla hakediyor. Bir oyuncu özellikle kendi evinde oynanan turnuvalarda çıkış yaparak üst turlara geçebilir, zaman içinde daha önce de bu tip durumlara çok rastlandı. Ancak normal olmayan Raducanu’nun ilk haftadaki ve özellikle üçüncü turda Cirstea önündeki oyunu oldu. Ağırlıklı olarak forehand tarafına evrilen kadın tenisinde olağanüstü bir backhand tarzına sahip olan İngiliz oyuncu (turnuvada backhand winner sayısı forehand winner sayısından yüksek olan 2 tenisçiden biri) oyunun yönünü çok ustaca değiştirip, zor açıları rahatlıkla yakalayabiliyor. Bu anlamda oyun zekası, kort yerleşimi ve doğaçlama vuruş kapasitesi yaşının çok ötesinde görünüyor. En önemlisi ise doğaçlama yetenekler konusu, ikinci sette Cirstea’nin servisinde oyunlar 6-5 Raducanu lehineyken, İngiliz oyuncunun skoru 15-15’e getiren vuruşunu herkesin izlemesini tavsiye ederim. Aynı tarz zor açılı vuruşları maç içinde 6-7 kez tekrarlayan Raducanu, büyük oyunculara özgü “doğaçlama vuruş“ özelliğine fazlasıyla sahip durumda, galiba İngilizler bu sefer abartmıyor, bu sene Londra’da yeni bir yıldızın doğuşuna şahit olmuş olabiliriz.

Herkese iyi haftalar dilerim.