Stefanos Tsitsipas Wimbledon’dan önceki bir röportajında “Biz genç oyuncular Wimbledon’daki hegamonyayı yıkabilmek adına artık daha fazla sorumluluk almalıyız“ demişti. Her ne kadar bu sözleri söyledikten sonra Yunanlı oyuncunun Wimbledon’da ilk turda elenmesi biraz ironik olsa da, Wimbledon’ı 2003 yılından beri sürekli olarak aynı dört oyuncunun kazandığını düşünürsek kesinlikle yerinde bir tespitte bulunduğunu kabul etmemiz gerekiyor. 

İlk Federer-Nadal yarı finali 2005 yılındaki Roland Garros’ta oynandı. Bu tarihte ilkokula başlayan çocuklar, 2019 Roland Garros’taki Federer-Nadal yarı finali ile artık üniversite son sınıf öğrencisi oldular. Önümüzdeki 3-4 sene daha bu durumun devam edeceğini düşünürsek neresinden bakarsanız bakın her açıdan çok sıra dışı bir tablo ile karşı karşıyayız. 

Bu sıra dışı tablo çoğu zaman farklı yorumlanıyor öncelikle buradan başlamak gerekiyor.  Sanki tenis tarihinde daha önce hiç bu kalibrede özel oyuncular olmamış veya bu tip rekabetler yaşanmamış gibi içinde bulunduğumuz bu döneme çok farklı anlamlar yükleniyor. Halbuki 70’lerden itibaren Björn Borg, Jimmy Connors, John Mc Enroe daha sonra Ivan Lendl, Stefan Edberg, Boris Becker, Andre Agassi, Matts Wilander ve Pete Sampras’ın gelmesi ile ortaya çıkan özel oyuncu zenginliği ve rekabeti ile geçen o yılları unutmak mümkün değil. Dolayısıyla içinde yaşadığımız bu dönem benzersiz değil, Federer, Nadal ve Djokovic’i överken aslında ilk yapmamız gereken eskilerin hakkını teslim etmek olmalı, o dönemde de olağanüstü oyuncular vardı ve bugün yürünen yolun taşları o zamanlar döşenmeye başlanmıştı. 

Eğer geçmiş dönemle günümüz arasında bir kıyaslama yapılmak istenirse öncelikle asıl odaklanılması gereken ve fark yaratan nokta, oyuncuların saha içi performansları veya kazandıkları şampiyonluk sayıları değil tenisçilerin artan farkındalık seviyeleri ve uzayan profesyonel tenis yaşamları olmalıdır. 30-32 yaşları daha önceleri tenis için tercih edilen emeklilik yaşıydı zaten yukarıdaki yıldız isimlerin büyük çoğunluğu bu yaşlarda emekli oldu. Günümüz tenisinde ise emeklilik sınırı 40 yaşına dayandı ve özellikle Federer, Nadal ve Djokovic gibi yıldız oyuncular bu sınırlara ulaşabilmek için bir dizi saha dışı faktöründen destek almaya başladılar ve bu destekler saha içinde de çok şeyi değiştirdi. 



BİLİM VE TEKNOLOJİ ÇAĞI
Gelişen teknolojinin önderliğindeki bu saha dışı faktörlerden 1970’li, 1980’li ve 1990’lı yıllardaki üst düzey oyuncular çok sınırlı ölçüde faydalanabiliyorlardı, günümüzde ise durum çok farklı. Bütün bu saha dışı faktörleri tam anlamıyla anlamadan “dönem ve tenisçi kıyaslaması“ yapmak doğru olmaz. Bu faktörleri bir “bilim paketi“ olarak toparlayabiliriz. Bu paketin içinde neler olduğuna ise kısaca bakalım: 

TIP: Tıpta özellikle son 20 senede yaşanan gelişmeler sayesinde artık insan vücudu hakkında çok daha fazla bilgi sahibiyiz. Bunu sporcu sağlığına uyarladığımızda doktorların harikalar yarattığı bir dönemde yaşıyoruz. Örneğin eskiden bir ayda iyileşebilen sakatlıklar artık 15 günde iyileşiyor, doktorlar tarafından sporculara yapılan müdahale ve destekler artık çok üst düzeyde. Örneğin Nadal gibi aslında vücudunun tümüyle kendisine karşı olduğu bir sporcunun bu kadar süre üst düzeyde kalabilmesinde gelişen tıbbın çok büyük katkısı var. 

GIDA BİLİMİ: 1960 yıllarından bu yana aslında büyük çoğunluğu sağlığımıza zararlı olan paket ve hazır gıdalara onay ve patent alabilmek için gıda firmaları o kadar büyük arge yatırımları yapıyorlar ki pek çok tıp otoritesinin de kabul ettiği üzere şu anda gıda bilimi uzay teknolojisinin bile ötesinde bir seviyeye ulaştı. Bu teknoloji ve bilgi birikimi üst düzey sporda çok yaygın olarak kullanılıyor. Federer, Nadal ve Djokovic gibi sporcular tamamen kendi vücut ve performans yapılarına uygun bir beslenme diyeti uyguluyorlar. Vücuda göre özel beslenme programları sporcuların maçlarda yaşadıkları deformasyonu bile azaltıyor. Çok küçük bir örnek olarak, son Wimbledon finalinde oyun aralarında Djokovic’in bir kutudan çıkarıp yediği ve içtiği besinler tamamen ona ve vücudunun şeker seviyesine göre özel olarak ayarlanmış gıda karışımlarıydı. 

VERİ BİLİMİ: İstatistik ve data bilimi teknoloji ile birleşince ortaya harika sonuçlar çıkıyor. Günümüz tenisinde özellikle ilk on sıradaki oyuncular rakipleri hakkında çok detaylı analizler eşliğinde taktik çalışmalarını hazırlıyorlar ve bu verilerin temini için büyük şirketlerle iş birliği yapıyorlar. Rakibin tüm maçları, her bir hareketi mercek altına alınıyor, bütün bu analizler için özel bir veri ekibi çalışıyor. Özellikle daha önce oynamadıkları yeni bir rakip karşısında veri bilimi ve analizlerinden altın değerinde sonuçlar çıkabiliyor. 

ANTRENMAN BİLİMİ:Antrenmanlar da artık bir bilime dönüşmüş durumda. Örneğin iki günde bir maç oynanan NBA’de iki maç arasındaki sporcuların iki gününün programlanması artık tamamen bilimsel bir konu. Aynı şekilde iki haftalık bir maraton olan majörlerde her tur arasındaki iki günün ve haftanın programlanması çok profesyonel bazda yapılıyor. Bu programlanmayı doğru yapamayan oyuncular ilerleyen turlarda genellikle elimine oluyorlar. 

PAZARLAMA BİLİMİ: Kazanılan başarılar, bunun sonucunda elde edilen maddi getiri ve popülarite gelişen dijital teknoloji ile çok doğru yönetilmek durumunda. Teniste üst düzey sporcular çok profesyonel pazarlama ekipleri tarafından yönlendiriliyorlar. 1980 ve 1990’lı yıllara göre teniste maddi kazanç oranları çok yükseldi. Sosyal medyanın da gelişmesi ile yıldız sporcular bu maddi ve manevi getiri kaynağını kaybetmemek için mümkün olduğu kadar daha fazla kortta kalmak istiyorlar. 

2000’li yıllar ile beraber çoğu sporda olduğu gibi tenis de artık daha hızlı ve fiziğe dayalı oynanmaya başladı. Artık atlet oyuncular çağındayız, bu kırıcı ve fiziksel oyun tarzı tenisçileri birbirine yaklaştırdı, aradaki farkları azalttı ve birbirine benzeyen oyuncular üretmeye başladı. Bu anlamda yetenek, fundamental avantajlar  ile beraber teknoloji ve bilimden destek alan oyuncular fark yaratmaya başladılar.   

Tenis dünyasının beslendiği bu bilimsel alanlar oyuncular tarafından ne kadar etkin kullanılırsa, saha içindeki performans da aynı ölçüde artmış oluyor. Ayrıca bu şekilde mental ve fiziksel yapı doğru kullanıldığı ve yönlendirildiği için oyuncuların kortta kaldığı yıllar ve tenis yaşamı da uzamış oluyor. Bütün bu alanlardan uzman ekipler oluşturarak yararlanmak önemli bir maddi kaynak da gerektiriyor. Federer, Nadal ve Djokovic sınırsız maddi kaynakları ile bu alanlardan en geniş ölçüde yararlanıyorlar. Uyku düzeninden beslenmeye, antrenmandan rakip analizine, serbest zaman değerlendirmesinden halkla ilişkiler faaliyetlerine kadar tüm yaşamlarını kuşatan bilimsel ve rasyonel yaşam tarzı, bu oyuncuların istikrarlı bir kariyer sürdürmelerinde önemli bir parametre olarak ön plana çıkıyor.  

Aslında bütün bu “bilim paketinin“ kullanımı üst tarafta emeklilik yaşını yukarı çekerken, alt tarafta da tura katılım yaşını aşağı çekiyor. Oyuncuların daha önceki yıllarda profesyonel tenis yaşam periyodu ortalama olarak 18-32 yaşlar arasında iken; şu anda 16-38 seviyelerine gelmiş durumda, yaklaşık sekiz senelik bir ek tenis kariyeri söz konusu. Bu sene Wimbledon’da büyük çıkış yapan 15 yaşındaki Cori Gauff’un durumuna biraz da bu açıdan bakmak gerekiyor.      

BÜYÜK SPORCULAR
Tabii ki işin bir de saha içi faktörleri var, işte bu noktada gerçekten sürekli olarak kendini geliştiren, daha iyisini arayan, tutkuyu yetenekleri ile birleştiren üç büyük oyuncu görüyoruz. Ayrıca oyuna ve rakiplere olan saygıları ile yeni jenerasyon için çok iyi bir rol model durumundalar. Nadal ve Djokovic hızlı ayakları ile kendini bir sonraki vuruşa hazırlayan ve topla her seferinde en doğru noktada buluşmayı başarabilen oyun tarzını çok ileri seviyelere taşımış oyuncular. Federer ise doğal yeteneği ve vuruş çeşitliliği ile kortta çok fark yaratan bir isim. Ayrıca bu oyuncuların büyük sahnelerde çok fazla oynamış olmanın getirdiği mental üstünlük ile önemli anlarda özellikle yeni jenerasyon tenisçilere karşı büyük avantajları oluyor. Birbirleri ile oynadıkları maçlarda ise son Wimbledon finalinde görüldüğü üzere genellikle mental olarak ayakta kalabilen kazanıyor. 

Büyük yıldızların oyunlarında belirli bir yaştan sonra  yüzde 1 bile fark yaratılsa bu farkın etkisi korta çok daha büyük oranda yansıyor. Hedeflerinde sürekli daha uzun süre üst düzey tenis oynayabilmek ve başarılı çizgilerini devam ettirmek olan Federer, Nadal ve Djokovic 30’lu yaşlardan sonra oyunlarında bazı revizyonlar yaptılar. Erkekler tenisinin en önemli belirleyici unsurlarından biri olan servis üzerine yoğunlaşan üçlü, servislerinde son yıllarda önemli derecede gelişme kaydettiler. Karlovic gibi harika bir servisiniz varsa ama iyi bir return oyuncusu değilseniz, servisler sizi bir yere kadar taşıyabilir. Ancak başta Djokovic olmak üzere zaten iyi bir returncü olan “üç büyük“ daha iyi servis atmaya da başlayınca tam anlamıyla bir tenis makinesine dönüştüler. 

Son iki senede ATP’de ikinci servislerinden en çok puan alan beş oyuncudan üçünün Federer, Nadal ve Djokovic olması rastlantı değil. Ayrıca iyi servis onlara daha kolay puanlar sağlayarak kortta daha az süre kalmalarını ve bu şekilde vücutlarını da daha diri tutabilmelerine olanak sağlamış oldu. Federer buna bir de servis vole oyununu ekleyerek kendisine sağladığı fiziksel avantajı maksimuma çıkardı. Genç oyuncular için en sıkıntılı durumlardan biri de bu üçlünün zemin parselizasyonunu yapmış olması. Toprakta tarihin en iyisi olan Nadal’la beraber sert zemini Djokovic almış durumda. Federer ise çim başta olmak üzere sert zeminde de çok iyi durumda bulunuyor yani gençlere pek nefes alacak alan kalmamış gibi görünüyor.


Bu trend ne kadar daha sürecek… Federer muhtelemen 2020 veya 2021 sezonunun sonuna kadar devam edecek gibi görünüyor. Djokovic ve Nadal oyun yapıları itibariyle Federer’den daha fazla vücutlarını yıpratıcı bir tarza sahipler ama çok olağanüstü durum olmazsa 32 yaşındaki Djokovic en az 36, 33 yaşında olan Nadal olan ise en az 35 yaşına kadar bu seviyede oynar ve ikisi de Federer’in 20 grand slam şampiyonluk rekorunu rahatlıkla kırarlar. Örneğin turda Nadal’dan toprakta, Djokovic’ten çim ve sert zeminde bu form durumlarını göz önüne aldığımızda üç set alacak bir tenisçi bulunmuyor ve kısa vadede bu tablo çok değişecek gibi görünmüyor.  

Sonuç olarak şanslı bir jenerasyonuz, dolayısıyla tenisin ve harika “üç büyük“ oyuncunun tadını çıkaralım. Ancak bunu yaparken eskilerin de hakkını teslim edelim. Rafael Nadal’ın oyununun atası, 26 yaşında 11 grand slam şampiyonluğu ile tenisi bırakan Björn Borg, harika buz adam Ivan Lendl, Pete Sampras ve daha niceleri… Bu oyuncular yaşadıkları dönem itibariyle; yetenek ve tutkularını, bilim ve teknoloji ile birleştirip bugün fiziksel ve mental olarak yüzde 100 kapasitelerini korta yansıtan Federer, Nadal ve Djokovic’in aksine bu anlamda hiçbir zaman aslında tam kapasite ile karşımızda olamadılar, dönem ve tenisçi kıyaslaması yaparken bu önemli noktayı hiçbir zaman unutmamak gerekli.