Sezonun önemli Masters turnuvalarından olan Miami Open geride kaldı. Turnuvaya Nadal, Murray ve Wawrinka katılmayıp erkeklerde Federer ve Djokoviç, kadınlarda da Serena Williams’ın erken vedasıyla sanki 2022 yılının Miami Open Turnuvası’nı seyreder gibi olduk. Çeyrek finalde erkeklerde 22 yaş altında üç tenisçi varken, kadınlarda ise 27 yaş altında beş tenisçi vardı. 80’li yıllar Federer, Nadal, Djokoviç, Williams kardeşler gibi tarihin en büyük sporcularını üreten çok verimli bir jenerasyondu ama artık yavaş yavaş bayrak değişimi gerçekleşiyor ve bu süreç hızlanarak devam edecek. Erkeklerde değişim daha yavaş ama kadınlarda süreç çok daha hızlı gerçekleşiyor. Indian Wells’te kadınlarda 20 yaşında iki tenisçi Daria Kasatkina ve Naomi Osaka final oynadı, Miami’de ise bu sefer 20 yaşındaki Jelena Ostapenko ve 25 yaşındaki Sloane Stephens finaldeydi. 

Özellikle Federer’in erken elenmesi ile Miami’de Del Potro, Cilic ve Dimitrov şampiyonluk için daha şanslı bir konuma geldiler. Ancak bu isimlerden Dimitrov 3. turda, Cilic ise 4. turda turnuvaya veda etti.

Çeyrek finallere geldiğimizde ise tablonun iki tarafına bakıldığında A. Zverev – Del Potro finali olası bir eşleşme gibi görünüyordu. Zverev çeyrek finalde Coriç’i iki sette geçti, yarı finalde ise Carreno Busta’yı yine 2 sette yenerek beklendiği gibi finale geldi. Del Potro’nun ise harika Indian Wells performansından sonra Miami’de de yolu açık gibi görünüyordu ama yarı finalde 32 yaşında kendi evinde kariyerinin en büyük şampiyonluğunu arayan John İsner’e takıldı. 28 dakika süren ilk seti 6-1 alan İsner, 2. seti de tie breakle aldı ve adını da finale yazdırdı. Ancak Del Potro’nun son dönemdeki geri dönüşünü gördükten sonra geçmiş yıllarda arka arkaya geçirdiği sakatlıklar yüzünden kariyerinin bu kadar sekteye uğramasına üzülmemek elde değil.

Kadınlarda ise Halep, Wozniacki, Muguruza ve Serena Williams’ın çeyrek final öncesi erken elenmesi genel tabloyu farklı bir noktaya getirdi. Yine de çeyrek finaldeki 8 tenisçi, elemelerden gelen Danielle Collins ve yeniden bir çıkış arayan “eski şampiyon“ Victoria Azarenka dışında ilk 20’deki tenisçiden oluşuyordu. En büyük sürprizi Collins yaptı ve Venus Williams’ı 2 sette sadece 5 oyun vererek çok rahat geçti. Azarenka, Stephens ve Ostapenko diğer yarı finalistler oldu. Azarenka – Stephens eşleşmesinde karşılıklı alınan birer setten sonra rakibini son sette çözen Stephens finale çıkarken, Ostapenko’da çekişmeli geçen ve tie break ile sonuçlanan ilk setten sonra 2. seti de 6-3 ile aldı ve 2-0 ile finale yükseldi.

Erkekler finalinde yeni neslin en önemli yıldız adayı A. Zverev ve tecrübeli John Isner karşı karşıya geldi. Yetenekli, hızlı ve çok çeşitli oyun kombinasyonlarına sahip Zverev ile muhteşem servis oyunları ile çeyrek finalden itibaren rakiplerine neredeyse servis kırma puanı bile vermeyen Isner, önceden tahmini zor bir final oynadılar. Zverev ilk seti tie break ile aldı. 2. sette Zverev’in servisini kırarak skoru 5-4’e getiren Isner, set için servis attığı oyunda servis kırma puanı karşılamasına rağmen oyunu alarak 2. seti 6-4 kazandı. Oyun kalitesini maç boyunca aynı seviyede tutmak çok zor ama maç içinde Zverev belirli bir kaliteden aşağı düştüğü zaman ilk seviyesine çıkması mümkün olmayabiliyor. Bu maçta da aynı durum gerçekleşti özellikle 2. setin ortalarından sonra Isner’e geçen momentum bir daha Zverev’e hiç dönmedi, son sette daha yorgun görünmesine rağmen servisleri ile maça tutunan Isner son seti de 6-4, maçı da 2-1 kazanarak ilk masters şampiyonluğuna ulaştı.

Kadınlar finalinde 2017 US Open şampiyonu Stephens ve 2017 Roland Garros şampiyonu Ostapenko karşılaştı. Ostapenko’ya ise özel bir parantez açmak gerekiyor. Öncelikle Ostapenko’nun standardın çok üzerinde güçlü vuruş üreten bir stili var ve oyunu domine ettiğinde geçen sene Roland Garros’ta Halep’e yaptığı gibi durdurulması çok zor bir oyuncu. Ancak sürekli olarak oyunu kontrol etme stratejisi ve riskli oyun tarzı kendisine oyunun bazı bölümlerinde avantaj sağlasa da genel toplamda ona zarar veriyor. Yüksek sayıda winner üreten bu oyun stili aynı zamanda da normalin çok üzerinde basit hataya sebep oluyor. Bu durumda Ostapenko’yu her türlü sonuca açık, istikrarsız bir oyuncu durumuna getiriyor. Geçen sene Roland Garros’u kazandıktan sonra yılın geri kalanında beklentilerin altında kalmasının en büyük sebebi de bu.
   
Ostapenko Miami’de çeyrek final maçında 44, yarı final maçında 33, final maçında 25 olmak üzere 3 maçta toplam 102 winner üretti, buna karşılık rakiplerinin ise toplam winner sayısı ise 33’dü. Ancak basit hata sayılarına baktığımızda çeyrek finalde 42, yarı finalde 28 ve finalde ise 48 olmak üzere genel toplamda 118 basit hata yaparak çok ilginç bir istatistiğe ulaştı. Rakiplerinin basit hata sayısı ise 3 maçta toplam 54’dü, Ostapenko’nun tam yarısı kadar. Genç tenisçinin daha büyük hedefler için kontrol oyununu da öğrenip, basit hata sayısını ve maç içi dalgalanmalarını mutlaka azaltması ve dengelemesi gerekiyor.

Final maçında özellikle ilk set çok çekişmeli geçti, ilk seti tie break sonucunda 7-6 Stephens aldı. Turnuva boyunca maç başına ortalama 35 + basit hata ile oynayan ve finalden önceki çoğu maçta neredeyse kendi kendini yenme noktasına gelen Ostapenko karşısında 2. sette Stephens’ın fazla bir şey yapmasına gerek kalmadı. Hatalarına devam eden Ostapenko karşısında maç boyunca iyi ve disiplinli bir savunma oyunu oynayan Stephens, 2. seti 6-1 maçı da 2-0 kazanarak ilk Masters şampiyonluğuna ulaştı.
  
Genel anlamda iki şampiyona baktığımızda; John Isner’in kariyerinin sonlarında büyük bir turnuva kazanması kendisi için önemli bir başarı oldu. Geçen seneki sürpriz Amerika Açık şampiyonluğundan sonra çok fazla ortada görünmeyen Sloane Stephens’ın Miami’yi kazanarak tekrar “ben de buradayım” demesi önemliydi. Bu anlamda Stephens’ın tura kesinlikle renk kattığını belirtmemiz gerekiyor, iki sene hiç ortada görünmeyip bir anda bir Wimbledon şampiyonluğu ile karşımıza çıkabilecek, hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir oyuncu Stephens...