Dört aydan fazla süren büyük yangınların gölgesinde başlayan sezonun ilk grand slam turnuvası Avustralya Açık iki güzel finalle sona erdi. Önce turnuvanın başlamasını bile tehlikeye atan yangından bahsetmek istiyorum. Eylül’den beri devam eden, onlarca insanın, 1.5 milyar hayvanın ölmesine ve kıtanın doğal habitatının büyük ölçüde yok olmasına yol açan yangınların nasıl olup da bu kadar uzun süre söndürülemediği çok anlaşılır bir konu değil. Özellikle 2032 yılında Mars’a koloni kurabilecek bir teknolojik ve bilimsel seviyeye ulaştığımız bir dönemde yaşadığımız düşünülürse, bu durumun en az yangınlar kadar üzücü ve düşündürücü olduğu kanaatindeyim. Zaten Avustralya halkının büyük kısmının bu şekilde düşündüğünü ve tepkili olduğunu uzun süreden beri yabancı medyadan takip ediyoruz.  

ERKEKLERDE GELENEK SÜRÜYOR
Erkekler finalini üç büyüğün en formda ismi Djokovic ile yeni nesil oyuncuların en etkin olanı Dominic Thiem oynadı, bu karşılaşma beklenen final eşleşmelerinden birisiydi. Avustralya Açık kadınlar finali ise bize iki sürpriz finalist sundu. Bunlardan bir tanesi bir sürelerdir ortada görünmeyen eski şampiyonlardan Garbine Muguruza, diğeri ise 2019 ile beraber özellikle sert kortta iyiden iyiye ağırlığını hissettirmeye başlayan Sofia Kenin’di. İki ismin de sürpriz olmasının sebebi Muguruza’nın istikrarsız Kenin’in ise çok genç ve henüz bu seviyeler için ön planda düşünülmemesinden kaynaklanıyordu. Erkeklerde gelenek değişmedi, kupa Djokovic’e gitti ama kadınlarda artık 21 yaşında yeni bir şampiyonumuz var, Sofia Kenin. Bu şekilde 2017’den bu yana kadınlarda sekizinci farklı majör şampiyonu ortaya çıktı, erkeklerde ise aynı dönemde üç büyük dışında henüz yeni bir isim yok.  


Erkekler tenisinde ise üç büyük oyuncunun dominasyonundan en fazla mağdur olan oyuncu açık ara Dominic Thiem. Avusturyalı oyuncu artık gelişimini tamamladı ve herşey için hazır durumda. Ama çoğu masters ve grand slam yarı final veya finallerinde karşısına sürekli olarak Nadal veya Djokovic çıkıyor. 2020 Avustralya Açık finalinde de karşısına yine Novak Djokovic çıktı ve Avusturyalı oyuncu 3. majör finalini de bu şekilde kaybetmiş oldu. Djokovic ise 7.Avustralya Açık, toplamda 17. majör şampiyonluğunu kazanarak Federer’e bir adım daha yaklaştı. Herhangi bir sakatlık yaşamaması durumunda 32 yaşındaki Sırp tenisçinin grand slam şampiyonluk hedefinin 25 olabileceğini düşünüyorum. Dominic Thiem ise üç büyük oyuncu dışında bir majör şampiyonluğu için en büyük aday, Avusturyalı oyuncu gelecek sezon sonuna  kadar eninde sonunda bu hedefine ulaşacaktır. Ayrıca oyuna olan saygısı ve antrenman performansı ile Thiem gelecek nesiller için turdaki en önemli rol modellerden biri olmaya devam ediyor. 

OYUNU STANDARDİZE EDEBİLMEK
Thiem, Nadal, Djokovic gibi oyuncular yetenek ile beraber teknoloji, tıp, gıda, veri ve antrenman biliminin bir karışımı durumundalar. Bu yüzden durdurulmaları çok zor görünüyor. Aslında bu noktada bir bireysel spor olarak Alp Disiplini Kayak ile tenis arasındaki bir benzerlikten bahsedebiliriz. “ Yokuş Aşağı Kaymak“ anlamına gelen Alp Disiplini Kayak’ta özellikle üst düzey seviyelerde sporcuların sıralamasını belirleyen en önemli faktör yarış sırasında “ kayış çizgisini kaybetmemektir.” Eğer iniş esnasında çeşitli sebeplerden dolayı çizginizin dışına çıkarsanız ya düşer yarış dışı kalırsınız ya da süre kaybedip sıralamada çok arkalara düşersiniz ve iki ihtimalde de başarılı olma şansınız kalmaz. Çizgide minör sapmalarda herhangi bir sorun olmaz ancak majör sapmalar büyük problem yaratır. Sporcunun fiziksel durumu, rakipler, pist ve hava şartları bu durumu etkileyen en önemli faktörlerdir. Günümüzde Mikeala Shiffrin gibi yıldız ve sürekli kazanan kayakçıların en önemli özellikleri kendi durumları ve dış şartlar ne olursa olsun bir şekilde yarış esnasında kendi çizgilerinin içinde kalabilmeleridir. Bu da onları sürekli olarak her hafta zirvede tutar.

Benzer bir durum teniste de var, belirli bir performans çizgisini takip etmeniz ve sürdürmeniz gerekiyor. Günümüzde özellikle erkeklerde üç büyük, kadınlarda Serena Williams geçmişten Justine Henin gibi büyük şampiyonların en önemli alametifarikaları oyun stillerinin yıllar içinde oluşan çizgilerinden çok fazla sapmamaları oldu. İstikrarlı bir kazanan olmak için mutlaka mümkün olduğu kadar az sapmalı bir oyun ve maç içi standartınızın olması gerekiyor. Bunu sağladığınızda Djokovic’te gördüğümüz gibi teniste en önemli unsur olan psikolojik üstünlüğü de elinize almış oluyorsunuz. 

“Az sapmalı bir standart “ deyince aklımıza en son gelecek oyunculardan birisi de Garbine Muguruza.  Sıkı bir baseline savunmacısı, iyi bir kort parselizasyonu, savunmadan hücuma iyi çıkabilen, yaptığı paralel ve çapraz vuruşlarla oyunun yönünü değiştirebilen dolayısıyla riskli oynamayı tercih eden, file önü oyununu seven, iyi seviyede bir servise sahip bir oyuncu. İspanyol tenisçinin oyun yapısını Sabalenka’nın oynamaya çalıştığı ofansif oyunun bir üst ve dengeli versiyonu olarak değerlendirebiliriz. Bu oyun yapısı Muguruza’ya bir Wimbledon, bir Roland Garros şampiyonluğu ve bir de kaybedilen Wimbledon finali getirdi. Asıl soru ise geçen yıllar içinde bu kadar pozitif özelliklere rağmen neden daha fazlasının olmadığı çünkü bu kadar iyi savunma yapıp aynı zamanda hücumu da aynı derecede keskin yapabilmek, oyununu bu denli çeşitlendirebilmek,  bir tenisçiyi turda rahatlıkla ön plana atabilecek özellikler, o zaman problem nerede?  

Sıkıntılı nokta şu ki; Garbine Muguruza çizgisini gerek bir turnuva geneli gerekse herhangi bir maç içerisinde bir standarta oturtmayı başaramadı, belirli bir seviyeyi bir türlü tutturamıyor. Muguruza’nın genel istatistiklerine baktığınızda ace, winner, file önü puanları gibi ofansif öğelerin genellikle rakiplerin önünde olduğunu görüyoruz. Ancak İspanyol oyuncunun genelde önde olduğu iki istatistik daha var; bunlar basit ve çift hata sayıları. Oyun içinde ofansif moda geçtiğiniz noktada rakibin sizi zorlamadığı hataları çok fazla yaparsanız o zaman psikolojik ve teknik alanları da rakibe bırakmış oluyorsunuz. İspanyol oyuncu bu şekilde son iki senede kendisinden çok daha düşük profilli rakiplere inanılmaz maçlar kaybetti. Bu şekilde çok inişli çıkışlı bir grafik çizen İspanyol oyuncu, bunun bedelini Avustralya Açık’a seribaşı gelememekle ödedi. Tabii ki geçirdiği sakatlıklar da etkili oldu ama Muguruza’nın durumuna asla sadece fiziksel şartlarını referans gösteremeyiz. 

Muguruza Melbourne’de gerçekten iyi bir iş çıkardı, hatta yarı finale gelene kadar performansı en net oyuncu olduğunu da söyleyebiliriz. Yarı finalde ise savunmada yine kendisine benzeyen ve sıkı mücadeleci Simona Halep’e karşı belki en önemli sınavını verdi, ilk seti kazanan maçı da kazanacaktı, bunu başaran Muguruza oldu, 2.seti de aldı ve finale çıktı. 


Sofia Kenin ise her maçta biraz daha büyüyen, geçen seneden beri sürekli üzerine koyarak gelen bir oyuncu. Özellikle yarı finalde Ashleigh Barty’i kendi evinde yenmesi sansasyonel bir galibiyet oldu. Yukarda belirttiğim tüm özellikleri Kenin’e de yazabiliriz. İnatçı bir savunma ama aynı zamanda etkileyici bir hücum performansı, Amerikalı oyuncu savunma yaparken, rakipte yakaladığı hiçbir boşluğu affetmiyor, turnuva genelinde ise bu sürpriz hücuma çıkışları final maçı dahil olmak üzere minimum hata ile oynadı. 

Final maçında ise iki tenisçi arasındaki en önemli fark, maçın sonucunda belirleyici oldu. İlk set dahil  “ çizgisinden “ çok uzaklaşmayan, oyununu minör farklarla belirli bir seviyeyi tutmayı başaran Sofia Kenin ile özellikle ikinci setin ortalarından itibaren “ çizgisini “ kaybetmeye başlayıp, basit ve çift hatalar ile savrulmaya başlayan Muguruza’yı izledik. Muguruza o kadar savruldu ki zaten en sonunda maç puanında da çift hata yaparak tamamen kendini imha etti. İspanyol oyuncunun kendisinin de maçtan önce belirttiği gibi Kenin’e oranla bu seviyelerde daha fazla olmasının ona herhangi bir avantaj sağlamadığını da gördük. Aksine Amerikalı oyuncu daha soğukkanlı bir maç çıkardı, en önemli anlarda rahat bir şekilde winnerlar üretti. Özellikle 3.sette skor 2-2 iken servis attığı oyunda 0-40’dan aldığı oyun bu anlamda çok etkileyiciydi ve aynı zamanda kupanın yolunu açan anahtar oldu.       


Muguruza’nın yaşadığı kontrol kaybı gerek erkekler gerekse kadınlarda benzer oyun yapısına sahip oyuncularda gördüğümüz bir travma, bunun en jenerik örneklerinden birisi de Alexander Zverev.  Örneğin yarı final maçında Thiem karşısında % 92 ilk servis oranı ile harika bir oyunla ilk seti aldıktan sonra, 2.set başlangıcında aniden durdu, ilk servis oranı % 92’lerden neredeyse sıfıra düştü, 3.oyunda arkaya iki çift hata ile servis kırdırdı, rakibi de maça sokmuş oldu. Sonrasında tekrar düzelse de set başında kontağı kapattığı üç oyunun bedelini seti kaybederek ödedi. Bu maç içi dalgalanmalarından dolayı Zverev’in herhangi bir grand slam maçında Nadal veya Djokovic karşısında şansı maalesef yok denecek kadar az. 

KADINLARDA REKABET KIZIŞACAK
Sezonunun geri kalanında Garbine Muguruza bu çıkışını devam ettirecektir, özellikle Conchita Martinez’in liderliği İspanyol oyuncu için çok önemli olacaktır. Çünkü eğer Melbourne Muguruza için bir kaldıraç olacaksa bu turnuvada elde edilen kazanımların devam ettirilmesi gerekiyor. Turda Halep, Osaka, Kvitova, Svitolina, Barty, Karolina Pliskova, Bencic, Serena Williams gibi oyunculara Coco Gauff, Sofia Kenin ve bu turnuvada oynamayan Bianca Andreescu’nun katılımıyla kadınlar tenisindeki rekabet en üst düzeye çıkacak. Ayrıca ilk 30 sıra içinde de çok sayıda farklı ve potansiyelli oyuncu olduğunu da unutmamak gerekiyor. 


Erkeklerde ise durum biraz farklı; Djokovic, Nadal ve Federer’in olduğu her turnuvada herhangi bir rekabetten söz etmek 2020 sezonunda da mümkün olmayacak gibi görünüyor. Ama kendi aralarında iyi bir rekabet izleyebiliriz. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi Thiem ve Medvedev dışında majörlerde bu oyuncularla  başedebilecek bir tenisçi ortada görünmüyor. Belki 2 setlik masters turnuvaları için Zverev ve Tsitsipas da listeye ilave edilebilir. Arada süprizler tabii ki olacaktır ama genel olarak baktığımızda; toprak sezonunu zaten Nadal komple kapatıyor, çim sezonu Federer ve Djokovic arasında paylaşılıyor, arkadan gelen sert kort döneminde ise Djokovic’in yanına bile yaklaşmak pek mümkün olmuyor.