Senelerdir elemelerden itibaren geldiğim Roland Garros’a bu sefer kişisel (ama çok geçerli) bir sebepten ötürü - kızımın mezuniyeti - ancak bugün gelebildim. Cumartesi Amerika’dan yola çıktıktan sonra Pazar sabahı Paris’e varır varmaz, eşyalarımı kaldığım yere bıraktım ve Roland Garros yolunu tuttum. Sadece öğleden sonra varabildiğim için bir nevi “kısa” gün yaşadım. Şahsi tercihim genelde birkaç maça konstantre olup onları baştan sona seyretmektir, çünkü oyuncuların hem oyunları hem de taktiksel kafa yapıları hakkında daha iyi fikir sahibi olabilirsiniz.

Ancak bugün program başladıktan sonra ve uzun bir yolculuktan geldiğim için yüksek konsantrasyon gerektiren seyirden ziyade maçtan maça geçip bilgilenmeyi tecih ettim. Aldığım ufak notları aktarıyorum:

- Philippe Chatrier kortunun yenilenmiş hali daha modern, ancak son kararını kimse henüz vermesin çünkü kesinlikle tam olarak hazır değil. Bazı duvarlarda badana yamaları bile gözüküyor. Zaten tanıdıklardan duyduğum kadarı ile makina ve kazmalarla çalışmalar son 2-3 güne kadar devam etmiş. Üstelik kortun çatısı henüz yok, medya merkezinin ve oyunculara ayrılan bölümlerin gelecek yıl için tekrar yenilenmesi gerek. (Gazeteciler şu an geçici olarak eski müzenin bulunduğu yere alınmış durumda). 2011 senesinde Versailles semtine taşınmaktan son anda politik oyunlar ile kurtulan Roland Garros (ki eskiden beri derim, büyük bir hata oldu), o zamanlar "2017'de her şey bitecek" sözü vermişti. İki sene sonra bu 2018 sonuna uzadı. 2016 civarı gelince, laf “2019’a biter”e değişiverdi. Şimdi de “2020’de bitecek” deniyor. Hemen iddia ediyorum: önümüzdeki sene geldiğinde hala bitmemiş bölümler olacak.

- Chatrier’in yeni sandalyeleri çok daha konforlu ama renk seçimi bir hayli konuşuluyor. Eskiden yeşil iken korta renk kattığını düşünenler şu anki açık bej renginden memnun değiller. Çok soluk bir görüntü verdiğini düşünüyorlar (ilginçtir aynı insanlar Federer'in kıyafeti için de aynı eleştiriyi yapıyorlar, ki renkler benzemiyor değil). Şahsen aksine, Chatrier gibi tarih yazmış bir toprak kortun havasına uyan bir renk tasarımı olduğunu düşünüyorum. Zevkler ve renkler.... derler ya!

- Gelir gelmez ilk gittiğim maç 13. kortta oynana Marketa Vondrousova – Yafan Wang maçı oldu. Beklediğim gibi Vondrousova rahat kazandı. Hatta 6-4, 6-3 skorun tam belli etmediği bir hakimiyet ile. Yarı finale kadar giderse benim için çok büyük sürpriz olmaz. Ama bir tuhaflığı belirtmem lâzım. Nedense Vondrousova’nın hemen hemen her rakibi kendisinin net olarak daha kuvvetli olan tarafı backhand’ine oynamak için büyük çaba sarfediyor. Üstelik Marketa solak, yani onun forehand’ine oynamak genelde sağlakların rakiplerinin backhand’ine oynamaları gibi bir şey. Oyuncuların bunu yapmaya alışmış olmaları gerek (mesela “inside-out” forehand vuruşlar hep sağlak rakiplerin beackhand tarafına gider). Ama yapmıyorlar.

- 10 sene evvelinin Roland Garros şampiyonu Svetlana Kuznetsova’nın maçına geçtim. Fiziksel olarak bir hayli zayıf gördüğüm Sveta (ki çeşitli sakatlıklar ile çok boğuştu) bacak çabukluğunu da biraz kaybetmiş. Kristina Kucova’ya 6-4, 6-2 yenilen Sveta 2017 yılından bu yana Slam turnuvalarında maç kazanabilmiş değil.

- Arkasından Roger Federer – Lorenzo Sonego maçının ilk setini ve ikinci setinin bir bölümünü seyrettim. Herkes Federer’i alttan ala dursun, kendisinin bu formu ile (Avustralya Açık’tan beri kötü performans gösterdiği tek turnuva yok) yarı finale çıkması sürpriz olmaz, daha ileri de giderse şahsen çok şaşırmam. 


- Hemen sonra, geri çizgi vuruşlarını hep tuhaf bulduğum Fransız Jessika Ponchet ile bu senenin formda raketlerinden ve burada da 15. seri başı olan Belinda Bencic’in maçına yöneldim. Arena şeklinde ve akustik gücü olduğu için Fransız oyuncuların favori kortu durumundaki (bir yandan da yıkılacağı için son nefeslerini almakta olan) tarihi bir numaralı korttaki maçı bir hayli formda olan Bencic 6-1 6-4 kazandı. Bencic'in 1,5 veya 2 sene evveline nazaran en büyük farkı fizik gücü ve çabukluğu. Her topa yetişiyor ve iyi pozisyon alıyor. Zaten iq’su yüksek olan bir sporcu, bir de bunları katınca çetin ceviz bir rakip çıkıyor karşınıza.

- Araya 10 dakikalık bir eski arkadaş ile buluşup sohbeti sıkıştırınca, nihayet yolculuğun yorgunluğu ve 30 saatlik uykusuzluğun getirdiği ağırlık çökmeye başladı. Başıma geleceği sezdiğimden bir an evvel bu yazıyı yazmak istedim ve geri kalan maçlardan vazgeçtim... diye düşünürken bir de ne göreyim? Venus Williams ile Elina Svitolina yeni yapılmış herkesin öve öve bititremediği Simonne Mathieu kortunda oynuyorlar. Eh tabii ki bu fırsat o fırsat, kendimi o maçın ikinci setinde buldum. Svitolina beklemediğim kadar iyi oynayarak iki sette Venus’ü safdışı etti. Ama kort hakikaten görmeye değer. Seralardan bile geçiyorsunuz gelene kadar. Ancak bu yeni ve kendine has kortun en büyük problemi diğer kortlara uzak ve tek başına kalmış olması (zaten planlardan böyle olacağı bekleniyordu). Bu şekilde Roland Garros “alan genişlettik” izlenimini yaratmaya çalışıyor herhalde. Ancak şu haliyle bile diğer üç majör turnuvanın tesis, alan ve donanım açısından halen gerisinde. 

Hele bir 2020 gelsin ve “renovasyon bitsin” (acaba?), ondan sonra ortaya çıkan sonucu değerlendiririz diyelim.

Son birkaç maç devam ediyor ama bugünlük ben bittim. Bu iki hafta çok sık görüşeceğiz. Sevgiler.